25 Mayıs 2015 Pazartesi

Pürizm Akımı

Pürizm, mimar Le Corbusier ve ressam Amedee Ozenfant tarafından ortaya konulmuş ve Kübizm sonrasında ona tepki olarak doğmuş, ancak aynı zamanda da Kübizm’in farklı bir formu olarak bilinen sanat akımıdır. Bazı makalelerde pürizm “ Arıtılmış ve birbiriyle ilişkili öğelerin birleşmesi “ olarak da tarif edilir. Le Corbusier ve Ozenfant ilk olarak 1918’de After Cubism ( Kübizm Sonrası ) adlı küçük kitaplarında Pürizm’in prensiplerini tarif etmişlerdir. Kübizm’in 1914’den sonra yaygınlaşan, resmedilmeye değer ve dekoratif görünümlerini elimine etmeye çabalamışlardır. Bunun yerine matematiksel düzen, saflık ve mantığın vurgulandığı bir sanat akımı olan pürizmi geliştirmişlerdir. Bu düzen, saflık ve mantığı gerçekleştirebilmek için de modern, kişisel olmayan, evrensel biçimlerde olan ve makine işi olarak tabir edilen basit nesneleri resmetmeyi amaçlamışlardır. Le Corbusier ve Ozenfant makine estetiği ve tamamen çizili formların güzelliği konusunda Fernand Leger ile aynı heyecanı paylaşmıştır. Fakat onlar bir adım daha ileri giderek, bu nesneleri daha da sadeleştirilmiş geometrilere çevirip telaşsız ve sakin bir ahenk ortaya çıkarmayı hedeflemişlerdir.

Pürizmin kritik öğelerinden birisi teknoloji ve makineyi kucaklaması, mekanik ve endüstriyel bir etkiyle zamansız ve klasik bir eser ortaya çıkarılmasını sağlamasıdır.

Pürizm Hakkında Bilinmesi Gerekenler


  • La Corbusier ve Ozenfant’a göre sanat değişmezliğin ifadesi olmalıdır. Onlara göre sanat eserleri pitoresk ve rastlantısal olmamalıdır.
  • Pürizm terimi Türkçe’de Arıtmacılık olarak da bilinmektedir.
  • Le Corbusier 1946-1952 yılları arasında Marsilya’da Unite d’Habitation ( Yerleşim Birimi ) bloklarını inşa etmiş ve bu bloklar da Pürizm akımına örnek olarak gösterilmiştir.
  • 1930’larda sürrealist çalışmalar yapmaya başlayan Rene Magritte önceleri Pürist tablolar yapmıştır.
  • Fransız ressam, heykeltıraş, seramikçi olan Fernand Leger de Pürizm’den etkilenmiş ve bu akımdan yola çıkarak “ Vazo Taşıyan Kadın “ gibi eserler ortaya çıkarmıştır. 
  • Amedee Ozenfant’ın “ Gitar ve Şişeler “ adlı resmi de Pürizm akımı örneklerindendir.

24 Mayıs 2015 Pazar

Pop-Art Akımı

Birinci Dünya savaşından hemen sonra, sanat akımlarına bir başkaldırı olarak gelişen pop-art akım, adında da geçtiği gibi pop bir akımdır. Resimlerde, fotoğraflarda etkisini hızla hissettiren bu akım, klasik sanat için bir başkaldırıdır. Daha sonraları afişler, bisküvi kutuları, içecekler üzerinde kendine yer bulan bu akım, bir dönem kendini epeyce kabul ettirmiş fakat sonraları unutulmuştur.
Yaklaşık 1-2 yıl öncesinde, tekrar moda olarak karşımıza çıkan pop-art akım, ilk olarak eski dönem film artistlerinin siyah beyaz kanvas tabloları ve duvar stickerları ile çok tutulmuştur. Halen devam eden bu akım, şu an kalın dokulu döşemelik kumaşlar, perdeler ve aksesuarlar ile çok beğeni kazanmıştır. Pop-art akımın çerçevelediği farklı bir dekorasyon anlayışı, biraz sanat kokan ama aykırı bir stil yaratmıştır. Şu an pek çok tasarımcının çalışmış olduğu objeler ve eskinin kutuları, resimleri tekrardan moda olmuştur. Hatta bu akımı ayakkabılarda, kıyafetlerde de sıklıkla görmekteyiz. Duvarlara uygulanan stickerlarda yarattığı tarz, modern evlere farklı atmosferler getirmektedir. Hatta, son dönem çıkan paravanlar, raylı duvar sistemlerinde bile bu akımın etkileri çok tercih edilmektedir. İngilizlerin klasik ve dokunulmaz olan berjerlerinde, bir Maryln Monroe resmi olan döşemelik kumaşlar bile kullanılmaya başlanmıştır. Yarattığı tarz ile çok modern evler ile çok klasik evlerde bile kullanılabilen pop-art akım, kesinlikle denenmesi gereken bir sanat akımıdır.
Sanat, sanatçının yarattığı farklı algılar ile ortaya çıkmaktadır. Pop-art akımda yaratılan tablolara baktığınızda, gerçek formların alaya alınması sonucu ortaya çıkan farklı bir tarz vardır. Dik başlılık, dünyaya farklı bir bakış açısı yaratmak, belki de bir sanatçının yaratacağı en iyi algıdır. Hayatın bir eğlencesinin olduğu ve gelişen bir yaşam tarzı içinde pop-art akımın yarattığı dekorasyon ve sanat dikkate değerdi.

DADA Akımı

1916 yılında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Jacques Magnifico, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı kafede toplandı. Dada bildirisi de burada açıklandı.
Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe Karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini, pisliğini, iğrençliğini, berbatlığını, rezaletliğini vurguluyorlardı. Dada neden, niçin sorularına yanıt bulamayan negatif bir yaşama kavramıdır.
Resim sanatı dalında Dada’nın gerçek temsilcisi Marcel Duchamp olmuştur. 1913 yılında New York’ta Armony Show’da eserleri de sergilenen Duchamp’ın readymade’leri (hazır eserleri), örneğin bir şişe kurutacağı, bir psivar bu sanatçının özgün yapıtlarındandır. Bunlar gösteri yapıtlarıdır.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupault, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı de Litterature(dö Literatür)'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe (sürrealizm) yöneldi.

Vorticism Akımı

İngiliz sanatındaki ilk örgütlü soyut sanat akımı olan Vortisizm, 1914'te Londra'da Lewis öncülüğünde gelişmiştir..Lewis, 1913'te Roger Fry'ın kurduğu Omega İşliğine katılmış, ancak kısa sürede Fry'la aralarında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden işlikten ayrılmıştır..Lewis' le birlikte işlikten ayrılan Frederich Etchells, Wadsworth ve Cuthbert Hamilton "Asiler" adı altında biraraya gelerek Fry'ın Ard-İzlenimcilik'i yücelten tavrına karşı çıkmış ve Gelecekçilik'in şemsiyesi altında soyut sanatı savunmuştur..
1913 yılı içinde Camden Town Grubu, 1914 başında da Londra Grubu'nun karma sergilerinde yer alan grup David Bomberg, heykelci Epstein ile Ezra Pound ve Thomas Ernest Hulme gibi "İmgeci" şairlerin katılmasıyla tavrını netleştirmiş ve İngilizce vortex (girdap) sözcüğünden hareketle "Vortisizm" adını benimsemiştir..Grubun, yenilikçi kuramların bir girdap hızıyla dönerek istenmeyenleri dışa atması ve yalnızca olumlu öğeleri içinde tutarak yeni bir bileşim oluşturması, olarak tanımladığı akımın yarattığı görsel imge aslında ortaya çıkan sert, köşeli ve çapraz eksenli yapıtlarla pek uyuşmuyordu..
1914'te Asi Sanat Merkezi'nin kurulmasından sonra gruba Jessica Dismorr, Lawrence Atkinson, William Roberts ve heykelci Gaudier-Brzseska katılmış, akım üyelerinin önceleri yakınlık duydukları gelecekçiler, yayımladıkları bir bildirgede bu sanatçıların adlarını kendilerine danışmadan kullanınca Lewis de akımın yayın organı Blast'ta Vortisizm'in savunduğu ilkeleri açıklayan bir bildirge yayımlamış, ardından da 1915'te Londra'da, 1917'de de New York'ta birer sergi düzenlemiştir..
Birçok modern akımın oluşum yıllarında yaşanan tartışmalı ve karmaşık ortam Vortisizm için de söz konusuydu ve akım yayımladığı bildirgeyle iç çekişmelere bir ölçüde son vermişse de I. Dünya Savaşı, akımın yetkinleşmesi için olumlu bir ortam oluşmasını engellemiş ve akım hızla etkinliğini yitirmiştir..
Lewis savaş sonrasında Wadsworth, Hamilton, Etchells, Dismorr, Roberts ile Charles Ginner, Frank Dobson, John Turnbull ve McKnight Kauffer'in katılımıyla Grup X'i kurarak Vortisisizm ilkelerini yeniden canlandırmak istemişse de, bu atılım bir sonuç vermemiştir..Vortisisimin önemi ancak 1970'lerde anlaşılmış ve 
İngiltere'de, l930'larda ortaya çıkan yeni soyut sanatçı kuşağının öncüsü olarak nitelendirilmiştir..
Eleştirmen Richard Cork'a göre Vortisizm, Gelecekçilik'in dinamik hareketliliğiyle Kübizm'in durağan anıtsallıgı arasında bir konuma sahiptir..Blast'ta yayımlanan bildirgede akımın amacı, "çağın biçim-içerik ve bılinçdışının temel niteliklerini bulup kalıcı yalınlığı net bir biçimde yansıtmak" olarak belirtilmiştir..Günümüze ulaşan örneklerin azlığı nedeniyle akımın başarısı sanatsal açıdan nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilememektedir..

History of The London Group

The London Group was formed by an amalgamation of the Camden Town Group and the English Cubists (later Vorticists) in 1913. This grouping of radical young artists came together as a reaction to the stranglehold which the Royal Academy had on exhibiting new work. Founder members included Spencer Gore, Wyndham Lewis, Sickert and Epstein. The London Group decided on a written constitution and a number of officers to run the Group's affairs. Members were to be elected to the Group based on a democratic election. A Working Party was set up to organize London Group exhibitions which were to revitalize contemporary visual art, bringing in new European developments in painting and sculpture, especially from France. Artists exhibited their own choice of work. The London Group made no judgmental decisions on members' work, a tradition proudly defended to this day.
The beginning of the First World War and the early death of the first President, Harold Gilman, were inauspicious moments for the new group, yet it survived and, in the Twenties, developed into a progressive and critically acclaimed venue for contemporary artists. Roger Fry and the Bloomsbury set were extremely influential in the Group during this decade.
The Thirties saw a greater diversity of activity. There was a healthy exchange between the more objective Cézanne salon and the Surrealists, for example. Again, the Group survived another World War, managing to mount exhibitions throughout the early Forties.
As Europe healed its wounds The London Group was to enter into a golden period in the 50's and early 60's. There were regular, affordable venues to hold annual exhibitions, large enough to offer space for every member to show more than one work and to invite non-members through open submission. The highlight of this period was The London Group Jubilee Exhibition held at the Tate Gallery in 1964.
In the 1970s The London Group became the major vehicle for young artists emerging from art school in the way the Young Contemporaries was for art students. It held major open exhibitions across London including the Royal College of Art, The South London Art Gallery and Camden Art Centre. The nature of contemporary visual art and its consumption began to change and diversify and this change was reflected in the membership and exhibition strategies of the Group. The last large 'open show' was launched by Lord Gowrie, the then Minister for the Arts, and was also The London Group's 80th Anniversary Exhibition, held at the Concourse Gallery, Barbican in 1993. The 90th Anniversary Exhibition in Cork Street saw the launch of The London Group website and a commemorative yearbook published in 2003.
At present The London Group has more members than at any point in its history and continues to function without style or dogma, being the only democratically run group which survives into the 21st century. It has recently reintroduced the open submission exhibition and diversified into small group exhibitions for all its members.

Süprematizm Akımı

Süprematizm, soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışıdır. Bu terimi Kazimir Maleviç kendi geometrik soyutlaması için kullanmıştır. Maleviç 1913'te sanatı objeye bağlı görüşten kurtarmaya çalışmıştır, bunu da kübizmin ışığında yapmıştır. Maleviç, soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikâyeci öğelerin ortadan kaldırılmasını ve mutlak saf biçimlerin, basit uyumların kurulmasında kullanılmasını önermektedir.
Süprematistler açı, çember, dikdörtgen ve haç biçimlerini kullanmışlardır.

Süprematizm, Rus ressam Kasimir Malevich’in (1878-1935) 1913 ile 1915 yılları arasında tasarladığı bir saf geometrik soyutlama sanatıydı. Malevich önceden neo-ilkel ve kübofütürist üsluplarla çalışmış ve Mikhail Larionov’la Natalia Goncharova’nın etrafındaki çevrede yer almıştı. Fakat 1913’te yeni bir radikal konuma geçti. Daha sonra açıklayacağı üzere şöyle diyordu: 

“1913’te sanatı temsili dünyanın safrasından kurtarmak için umutsuzca çaba harcarken, kare şekline sığındım.” 
Ne doğada ne de geleneksel resimde rastlanabilen geometrik şekiller, özellikle kare, Malevich’in gözünde görünümler dünyasından daha büyük bir dünyanın üstünlüğünü simgelemekteydi. Malevich bir Hıristiyan mistiğiydi ve yurttaşı Vasily Kandinsky gibi sanatın yapılması ve alımlanmasının, siyasal, faydacı ya da toplumsal amaçlarla ilgili düşüncelerden kurtulmuş, bağımsız bir tinsel faaliyet olduğuna inanıyordu; bu mistik ‘his’ ya da ‘seziş’ (insani duygulara karşıt olarak) en iyi, resmin temel bileşenleriyle -saflaşmış form ve renk- yansıtılabilirdi. 
Süprematizm çok geçmeden devrim öncesi Rusya’da geometrik soyutlamaya dayalı iki radikal sanat hareketinden biri olarak ortaya çıktı. Diğer hareketse, Malevich’in doğrudan karşısında yer alıp, sanatın bir toplumsal amaca hizmet etmesi gerektiğine inanan Vladimir Tatlin’in başını çektiği Konstrüktivizm’di. İki grup arasındaki ideolojik ayrılık güçlü iradeli iki lider arasında sıkı bir rekabet doğurmuştu ve Aralık 1915’teSt. Petersburg’da yapılan “Son Fütürist Resimler Sergisi: 0-10” başlıklı bir ortak sergide fiilen yumruk yumruğa kavgaya dönüştü. Bunun sonucunda iki grubun çalışmaları ayrı odalarda gösterilecekti. 
14 sanatçının 150’yi aşkın eserinin gösterildiği sergi zaferle sonuçlandı. Süprematist resmin, Malevich’in süprematizmi açıklayıp onun yazarı olduğunu iddia ettiği “Kübizm ve Fütürizmden Süprematizme: Resimde Yeni Gerçekçilik” kitapçığı dahil olarak manifestolar ve broşürler eşliğinde halkın önüne ilk çıkışıydı bu. Ünlü Black Square (1915civarı) çok ciddi eleştirel tartışmalara konu olmuştu. Malevich kendi manifestosunda siyah kareyi ‘formun sıfırı’, beyaz fonu ‘bu hissin arkasındaki boşluk’ olarak nitelemişti ve onu kendi amentüsünün bağlamına yerleştiriyor.
Ancak resimlerde doğadan parçalar, madonnalar ve utanmasız çıplak kadınlar görme alışkanlığı kaybolduğunda saf-resim kompozisyonuna ulaşabilirdi. Sanat kendi ilan ettiği yaratının sonuna, doğanın formlarının egemenliğine doğru ilerliyor. 
Kuşağının diğer sanatçıları gibi Malevich de sanatın seslerdeki duyguları, bilimsel başarıların ruhunu ve kendisinin “sonsuzluğu duymak” dediği şeyi ifade etme gücüne inanmaktaydı. Siyah, beyaz, kırmızı, yeşil ve mavi renklerle yaptığı ilk basit geometrik şekilli eserlerinden sonra, tualin önünde uçar görünen öğeler gibi bir uzam ve hareket yanılsaması yaratmak amacıyla daha karmaşık şekillere ve daha geniş bir yelpazedeki renklerle gölgelere yönelmişti. Bu, özellikle dönemin bazı resimlerinin başlıklarına da yansıyordu:
Suprematist composition: Airplane Fiying (1914-1915), Suprematjst composition expressing the feeling of wireless telegraphy (1915) ve Suprematist composition conveying the feeling of a mystic ‘wave’from ouler space (1917). 
Malevich’in bilinçaltına doğrudan hitap edebilecek bir resimsel dil arayışı 1917-1918 tarihli White on White serisinde doruğuna çıkmıştı. Beyaz karelerden oluşan ve beyaz bir fona hafifçe yedirilmiş bu son derece indirgemeci seriyi şu açıklamayla tanıtmıştı: 

“Renk sınırlarının mavi gölgesini yıkıp beyaza çıktım. Arkamda pilot yoldaşlar beyazlık içinde yüzüyorlar. Böylece bir süprematizm semaforu kurdum. Yüzün!” 
White on White resimleri süprematistler ile konstrüktivistler arasındaki uzlaşmazlık bağlamında da izlenebilir. 

Süprematizm kendisine pek çok takipçi bulmuştu: Luibov Papova (1889-1924), Olga Rozanova (1886-1918), Nadezhda Udabovova (1886-1961), Ivan Puni (1894-1956), Kseniya Bogodavaskaya (1882-1972). 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Malevich sanatın faydalı bir amaca hizmet etmesi gerektiği fikrine karşı koymasına rağmen, süprematizm gelişip serpildi. 1918’de şöyle bir haber okunuyordu: 

“Süprematizm Moskova’nın her tarafında boy attı. Tabelalar, sergiler, kafeler, her şey süprematist. Süprematizmin ayaklarını yere sağlam bastığı rahatlıkla iddia edilebilir”.
Avangard sanatçıların çoğu devrimi bütün kalpleriyle desteklemişlerdi: Yeni rejim de bir süre deneysel sanata kucak açtı. 1919’da Malevich’in White on White serisi, çeşitli eğilimlerin toplandığı büyük bir gösteri olan ve temsil olmayan sanatı Sovyet sanatı olarak ilan eden “Onuncu Devlet Sergisi, Soyut Yaratı ve Süprematizm” sergisinde yer aldı. 
Süprematizmin ulaştığı en yüksek nokta bu olacaktı. 
Malevich Vitebsk’e taşınınca bütün vaktini öğretmeye yazmaya ve (fütüristik evler ve şehirler için modeller çıkararak) mimarlığa hasretmeye başladı. Orada Marc Chagall’ı Vitebsk sanat okulunun müdürlüğünden kovdurdu ve Ilya Chasnik (1902-1929), Vera Eermolaeva (1893-1938). El Lissitzky (1890-1947), Nikolai Suetin (1897-1954)ve Lev Yadin (1903-1941), de dahil olduğu Unovis (Yeni Sanatın Savunucuları) grubunu kurdu. 
Bu grup süprematist tasarımları porselen, mücevherat, tekstil ve -1920’de Devrim’in 3. Yıldönümü adına şehrin bütün duvarlarına uygulayacaktı. Malevich’in bina ve şehir çizimleriyle modelleri işlevselliği ya da pratikliği düşünülerek değil, projenin özünü, yani fikrini yakalayan soyutIamalar oIarak tasarlanmıştı. Sanatçılar faydacı sanata endüstriyel tasarıma yönelirken onun ‘saf sanatta ısrar etmesi artık fazla bir karşılık bulmuyordu. Devletin soyut deneysel Sanata destek verme dönemi 1920’lerin sonunda nihayete ererken, süprematizm yerini önce konstrüktivizme sonra Sosyalist Gerçekçilik’e kaptırdı. Kendisi 1935’te ölümüne kadarSovyetler Birliği’nde kalmakla birlikte kişisel ününü kaybetmişti. Ancak o sırada Malevich’in fikirleriyle tasarımları çoktan Orta ve Batı Avrupa’ya ulaşmış durumdaydı. 1927’de Polonya ve Almanya’da onun eserlerinden oluşturulan önemli bir retrospektif sergi ve aynı yıl Bauhaus,tarafından denemelerinden bir derlemenin (The WorId of Non Objectivity) yayınlanması sayesinde fikirleri iyice bilinir oldu. Süprematizm yalnızca Avrupa konstrüktivizminin gelişmesini değil, Bauhaus’un tasarım eğitimini, mimaride Uluslararası Üslup’u ve 1960’Iarın Minimalist sanatını da etkileyerek başka akımlar için bir çıkış noktası haline gelmişti.

SYNCHRONİSM Akımı

Senkronizm; Amerikalı sanatçı Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından 1912 yılında kurulan bir sanat hareketidir. 
 Bu akım ilk olarak müzik ile anılmıştır. Ama bu akımın temel yapısı soyut bir kavram olarak renk teorisine dayandığından, Amerikan sanatında ilk soyut resim çalışmaları arasında yer almıştır. Fazla uzun ömürlü olmamasına rağmen, uluslararası düzeyde tanınan ilk Amerikan avant-garde sanat akımı olmuştur.
 Tutarlı bir tarz olan Senkronizmin doğasında asıl olarak anlatılmak istenen, diğer hareketler resimlerde temsili görüntüleri açıklarken senkronistik çalışmalar tamamen soyut olduğu ve bunun için diğerlerinden ayrıldığı belirtilmektedir.  
Senkronizm renk ölçeklerine dayanır ve ilerleyen ritmik renk tonlarının azaltılması ile kullanılır. Bununla birlikte senkronist akım ele alınan konuyu, atmosferik perspektif tekniğini kullanarak sadece renk ve şekil üzerinde ifade etmekten de kaçınmaktadır.İlk senkronist eserler, o dönemin fovist eserleri ile de benzerlik göstermiştir.
Senkronizme bağlı olan diğer Amerikalı ressamları sayacak olursak; Thomas Hart,  Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce ve Albert Henry gibi sanatçılar bunların başında gelmektedir.