25 Mayıs 2015 Pazartesi

Pürizm Akımı

Pürizm, mimar Le Corbusier ve ressam Amedee Ozenfant tarafından ortaya konulmuş ve Kübizm sonrasında ona tepki olarak doğmuş, ancak aynı zamanda da Kübizm’in farklı bir formu olarak bilinen sanat akımıdır. Bazı makalelerde pürizm “ Arıtılmış ve birbiriyle ilişkili öğelerin birleşmesi “ olarak da tarif edilir. Le Corbusier ve Ozenfant ilk olarak 1918’de After Cubism ( Kübizm Sonrası ) adlı küçük kitaplarında Pürizm’in prensiplerini tarif etmişlerdir. Kübizm’in 1914’den sonra yaygınlaşan, resmedilmeye değer ve dekoratif görünümlerini elimine etmeye çabalamışlardır. Bunun yerine matematiksel düzen, saflık ve mantığın vurgulandığı bir sanat akımı olan pürizmi geliştirmişlerdir. Bu düzen, saflık ve mantığı gerçekleştirebilmek için de modern, kişisel olmayan, evrensel biçimlerde olan ve makine işi olarak tabir edilen basit nesneleri resmetmeyi amaçlamışlardır. Le Corbusier ve Ozenfant makine estetiği ve tamamen çizili formların güzelliği konusunda Fernand Leger ile aynı heyecanı paylaşmıştır. Fakat onlar bir adım daha ileri giderek, bu nesneleri daha da sadeleştirilmiş geometrilere çevirip telaşsız ve sakin bir ahenk ortaya çıkarmayı hedeflemişlerdir.

Pürizmin kritik öğelerinden birisi teknoloji ve makineyi kucaklaması, mekanik ve endüstriyel bir etkiyle zamansız ve klasik bir eser ortaya çıkarılmasını sağlamasıdır.

Pürizm Hakkında Bilinmesi Gerekenler


  • La Corbusier ve Ozenfant’a göre sanat değişmezliğin ifadesi olmalıdır. Onlara göre sanat eserleri pitoresk ve rastlantısal olmamalıdır.
  • Pürizm terimi Türkçe’de Arıtmacılık olarak da bilinmektedir.
  • Le Corbusier 1946-1952 yılları arasında Marsilya’da Unite d’Habitation ( Yerleşim Birimi ) bloklarını inşa etmiş ve bu bloklar da Pürizm akımına örnek olarak gösterilmiştir.
  • 1930’larda sürrealist çalışmalar yapmaya başlayan Rene Magritte önceleri Pürist tablolar yapmıştır.
  • Fransız ressam, heykeltıraş, seramikçi olan Fernand Leger de Pürizm’den etkilenmiş ve bu akımdan yola çıkarak “ Vazo Taşıyan Kadın “ gibi eserler ortaya çıkarmıştır. 
  • Amedee Ozenfant’ın “ Gitar ve Şişeler “ adlı resmi de Pürizm akımı örneklerindendir.

24 Mayıs 2015 Pazar

Pop-Art Akımı

Birinci Dünya savaşından hemen sonra, sanat akımlarına bir başkaldırı olarak gelişen pop-art akım, adında da geçtiği gibi pop bir akımdır. Resimlerde, fotoğraflarda etkisini hızla hissettiren bu akım, klasik sanat için bir başkaldırıdır. Daha sonraları afişler, bisküvi kutuları, içecekler üzerinde kendine yer bulan bu akım, bir dönem kendini epeyce kabul ettirmiş fakat sonraları unutulmuştur.
Yaklaşık 1-2 yıl öncesinde, tekrar moda olarak karşımıza çıkan pop-art akım, ilk olarak eski dönem film artistlerinin siyah beyaz kanvas tabloları ve duvar stickerları ile çok tutulmuştur. Halen devam eden bu akım, şu an kalın dokulu döşemelik kumaşlar, perdeler ve aksesuarlar ile çok beğeni kazanmıştır. Pop-art akımın çerçevelediği farklı bir dekorasyon anlayışı, biraz sanat kokan ama aykırı bir stil yaratmıştır. Şu an pek çok tasarımcının çalışmış olduğu objeler ve eskinin kutuları, resimleri tekrardan moda olmuştur. Hatta bu akımı ayakkabılarda, kıyafetlerde de sıklıkla görmekteyiz. Duvarlara uygulanan stickerlarda yarattığı tarz, modern evlere farklı atmosferler getirmektedir. Hatta, son dönem çıkan paravanlar, raylı duvar sistemlerinde bile bu akımın etkileri çok tercih edilmektedir. İngilizlerin klasik ve dokunulmaz olan berjerlerinde, bir Maryln Monroe resmi olan döşemelik kumaşlar bile kullanılmaya başlanmıştır. Yarattığı tarz ile çok modern evler ile çok klasik evlerde bile kullanılabilen pop-art akım, kesinlikle denenmesi gereken bir sanat akımıdır.
Sanat, sanatçının yarattığı farklı algılar ile ortaya çıkmaktadır. Pop-art akımda yaratılan tablolara baktığınızda, gerçek formların alaya alınması sonucu ortaya çıkan farklı bir tarz vardır. Dik başlılık, dünyaya farklı bir bakış açısı yaratmak, belki de bir sanatçının yaratacağı en iyi algıdır. Hayatın bir eğlencesinin olduğu ve gelişen bir yaşam tarzı içinde pop-art akımın yarattığı dekorasyon ve sanat dikkate değerdi.

DADA Akımı

1916 yılında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir.
Jean Arp, Richard Hülsenbeck, Tristan Tzara, Jacques Magnifico, Marcel Janco ve Emmy Hennings’in aralarında bulunduğu bir grup genç sanatçı ve savaş karşıtı 1916 yılında Zürih’te Hugo Ball’in açtığı kafede toplandı. Dada bildirisi de burada açıklandı.
Dada isminin nereden geldiği konusunda kesin bilgi olmamakla beraber Fransızca ’da oyuncak tahta at anlamına gelen "Dada" bu kişilerin yarattığı edebi akımın ismi olarak seçildiği yönünde bir görüş vardır.
Bu akım, dünyanın, insanların yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyorlardı. Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe Karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini, pisliğini, iğrençliğini, berbatlığını, rezaletliğini vurguluyorlardı. Dada neden, niçin sorularına yanıt bulamayan negatif bir yaşama kavramıdır.
Resim sanatı dalında Dada’nın gerçek temsilcisi Marcel Duchamp olmuştur. 1913 yılında New York’ta Armony Show’da eserleri de sergilenen Duchamp’ın readymade’leri (hazır eserleri), örneğin bir şişe kurutacağı, bir psivar bu sanatçının özgün yapıtlarındandır. Bunlar gösteri yapıtlarıdır.
Toplumda yerleşmiş anlam ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere giriştiler. Çıkardıkları çok sayıda derginin içinde en önemlisi 1919-1924 arasında yayınlanan ve Andre Breton, Louis Aragon, Philippe Soupault, Paul Eluard ile Georges Ribemont-Dessaignes’in yazılarının yer aldığı de Litterature(dö Literatür)'dü. Dadacılık 1922 sonrasında etkinliğini yitirmeye başladı. Dadacılar gerçeküstücülüğe (sürrealizm) yöneldi.

Vorticism Akımı

İngiliz sanatındaki ilk örgütlü soyut sanat akımı olan Vortisizm, 1914'te Londra'da Lewis öncülüğünde gelişmiştir..Lewis, 1913'te Roger Fry'ın kurduğu Omega İşliğine katılmış, ancak kısa sürede Fry'la aralarında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden işlikten ayrılmıştır..Lewis' le birlikte işlikten ayrılan Frederich Etchells, Wadsworth ve Cuthbert Hamilton "Asiler" adı altında biraraya gelerek Fry'ın Ard-İzlenimcilik'i yücelten tavrına karşı çıkmış ve Gelecekçilik'in şemsiyesi altında soyut sanatı savunmuştur..
1913 yılı içinde Camden Town Grubu, 1914 başında da Londra Grubu'nun karma sergilerinde yer alan grup David Bomberg, heykelci Epstein ile Ezra Pound ve Thomas Ernest Hulme gibi "İmgeci" şairlerin katılmasıyla tavrını netleştirmiş ve İngilizce vortex (girdap) sözcüğünden hareketle "Vortisizm" adını benimsemiştir..Grubun, yenilikçi kuramların bir girdap hızıyla dönerek istenmeyenleri dışa atması ve yalnızca olumlu öğeleri içinde tutarak yeni bir bileşim oluşturması, olarak tanımladığı akımın yarattığı görsel imge aslında ortaya çıkan sert, köşeli ve çapraz eksenli yapıtlarla pek uyuşmuyordu..
1914'te Asi Sanat Merkezi'nin kurulmasından sonra gruba Jessica Dismorr, Lawrence Atkinson, William Roberts ve heykelci Gaudier-Brzseska katılmış, akım üyelerinin önceleri yakınlık duydukları gelecekçiler, yayımladıkları bir bildirgede bu sanatçıların adlarını kendilerine danışmadan kullanınca Lewis de akımın yayın organı Blast'ta Vortisizm'in savunduğu ilkeleri açıklayan bir bildirge yayımlamış, ardından da 1915'te Londra'da, 1917'de de New York'ta birer sergi düzenlemiştir..
Birçok modern akımın oluşum yıllarında yaşanan tartışmalı ve karmaşık ortam Vortisizm için de söz konusuydu ve akım yayımladığı bildirgeyle iç çekişmelere bir ölçüde son vermişse de I. Dünya Savaşı, akımın yetkinleşmesi için olumlu bir ortam oluşmasını engellemiş ve akım hızla etkinliğini yitirmiştir..
Lewis savaş sonrasında Wadsworth, Hamilton, Etchells, Dismorr, Roberts ile Charles Ginner, Frank Dobson, John Turnbull ve McKnight Kauffer'in katılımıyla Grup X'i kurarak Vortisisizm ilkelerini yeniden canlandırmak istemişse de, bu atılım bir sonuç vermemiştir..Vortisisimin önemi ancak 1970'lerde anlaşılmış ve 
İngiltere'de, l930'larda ortaya çıkan yeni soyut sanatçı kuşağının öncüsü olarak nitelendirilmiştir..
Eleştirmen Richard Cork'a göre Vortisizm, Gelecekçilik'in dinamik hareketliliğiyle Kübizm'in durağan anıtsallıgı arasında bir konuma sahiptir..Blast'ta yayımlanan bildirgede akımın amacı, "çağın biçim-içerik ve bılinçdışının temel niteliklerini bulup kalıcı yalınlığı net bir biçimde yansıtmak" olarak belirtilmiştir..Günümüze ulaşan örneklerin azlığı nedeniyle akımın başarısı sanatsal açıdan nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilememektedir..

History of The London Group

The London Group was formed by an amalgamation of the Camden Town Group and the English Cubists (later Vorticists) in 1913. This grouping of radical young artists came together as a reaction to the stranglehold which the Royal Academy had on exhibiting new work. Founder members included Spencer Gore, Wyndham Lewis, Sickert and Epstein. The London Group decided on a written constitution and a number of officers to run the Group's affairs. Members were to be elected to the Group based on a democratic election. A Working Party was set up to organize London Group exhibitions which were to revitalize contemporary visual art, bringing in new European developments in painting and sculpture, especially from France. Artists exhibited their own choice of work. The London Group made no judgmental decisions on members' work, a tradition proudly defended to this day.
The beginning of the First World War and the early death of the first President, Harold Gilman, were inauspicious moments for the new group, yet it survived and, in the Twenties, developed into a progressive and critically acclaimed venue for contemporary artists. Roger Fry and the Bloomsbury set were extremely influential in the Group during this decade.
The Thirties saw a greater diversity of activity. There was a healthy exchange between the more objective Cézanne salon and the Surrealists, for example. Again, the Group survived another World War, managing to mount exhibitions throughout the early Forties.
As Europe healed its wounds The London Group was to enter into a golden period in the 50's and early 60's. There were regular, affordable venues to hold annual exhibitions, large enough to offer space for every member to show more than one work and to invite non-members through open submission. The highlight of this period was The London Group Jubilee Exhibition held at the Tate Gallery in 1964.
In the 1970s The London Group became the major vehicle for young artists emerging from art school in the way the Young Contemporaries was for art students. It held major open exhibitions across London including the Royal College of Art, The South London Art Gallery and Camden Art Centre. The nature of contemporary visual art and its consumption began to change and diversify and this change was reflected in the membership and exhibition strategies of the Group. The last large 'open show' was launched by Lord Gowrie, the then Minister for the Arts, and was also The London Group's 80th Anniversary Exhibition, held at the Concourse Gallery, Barbican in 1993. The 90th Anniversary Exhibition in Cork Street saw the launch of The London Group website and a commemorative yearbook published in 2003.
At present The London Group has more members than at any point in its history and continues to function without style or dogma, being the only democratically run group which survives into the 21st century. It has recently reintroduced the open submission exhibition and diversified into small group exhibitions for all its members.

Süprematizm Akımı

Süprematizm, soyut geometriciliği benimseyen bir resim anlayışıdır. Bu terimi Kazimir Maleviç kendi geometrik soyutlaması için kullanmıştır. Maleviç 1913'te sanatı objeye bağlı görüşten kurtarmaya çalışmıştır, bunu da kübizmin ışığında yapmıştır. Maleviç, soyut resimde bulunan bütün ekspresyonist ve hikâyeci öğelerin ortadan kaldırılmasını ve mutlak saf biçimlerin, basit uyumların kurulmasında kullanılmasını önermektedir.
Süprematistler açı, çember, dikdörtgen ve haç biçimlerini kullanmışlardır.

Süprematizm, Rus ressam Kasimir Malevich’in (1878-1935) 1913 ile 1915 yılları arasında tasarladığı bir saf geometrik soyutlama sanatıydı. Malevich önceden neo-ilkel ve kübofütürist üsluplarla çalışmış ve Mikhail Larionov’la Natalia Goncharova’nın etrafındaki çevrede yer almıştı. Fakat 1913’te yeni bir radikal konuma geçti. Daha sonra açıklayacağı üzere şöyle diyordu: 

“1913’te sanatı temsili dünyanın safrasından kurtarmak için umutsuzca çaba harcarken, kare şekline sığındım.” 
Ne doğada ne de geleneksel resimde rastlanabilen geometrik şekiller, özellikle kare, Malevich’in gözünde görünümler dünyasından daha büyük bir dünyanın üstünlüğünü simgelemekteydi. Malevich bir Hıristiyan mistiğiydi ve yurttaşı Vasily Kandinsky gibi sanatın yapılması ve alımlanmasının, siyasal, faydacı ya da toplumsal amaçlarla ilgili düşüncelerden kurtulmuş, bağımsız bir tinsel faaliyet olduğuna inanıyordu; bu mistik ‘his’ ya da ‘seziş’ (insani duygulara karşıt olarak) en iyi, resmin temel bileşenleriyle -saflaşmış form ve renk- yansıtılabilirdi. 
Süprematizm çok geçmeden devrim öncesi Rusya’da geometrik soyutlamaya dayalı iki radikal sanat hareketinden biri olarak ortaya çıktı. Diğer hareketse, Malevich’in doğrudan karşısında yer alıp, sanatın bir toplumsal amaca hizmet etmesi gerektiğine inanan Vladimir Tatlin’in başını çektiği Konstrüktivizm’di. İki grup arasındaki ideolojik ayrılık güçlü iradeli iki lider arasında sıkı bir rekabet doğurmuştu ve Aralık 1915’teSt. Petersburg’da yapılan “Son Fütürist Resimler Sergisi: 0-10” başlıklı bir ortak sergide fiilen yumruk yumruğa kavgaya dönüştü. Bunun sonucunda iki grubun çalışmaları ayrı odalarda gösterilecekti. 
14 sanatçının 150’yi aşkın eserinin gösterildiği sergi zaferle sonuçlandı. Süprematist resmin, Malevich’in süprematizmi açıklayıp onun yazarı olduğunu iddia ettiği “Kübizm ve Fütürizmden Süprematizme: Resimde Yeni Gerçekçilik” kitapçığı dahil olarak manifestolar ve broşürler eşliğinde halkın önüne ilk çıkışıydı bu. Ünlü Black Square (1915civarı) çok ciddi eleştirel tartışmalara konu olmuştu. Malevich kendi manifestosunda siyah kareyi ‘formun sıfırı’, beyaz fonu ‘bu hissin arkasındaki boşluk’ olarak nitelemişti ve onu kendi amentüsünün bağlamına yerleştiriyor.
Ancak resimlerde doğadan parçalar, madonnalar ve utanmasız çıplak kadınlar görme alışkanlığı kaybolduğunda saf-resim kompozisyonuna ulaşabilirdi. Sanat kendi ilan ettiği yaratının sonuna, doğanın formlarının egemenliğine doğru ilerliyor. 
Kuşağının diğer sanatçıları gibi Malevich de sanatın seslerdeki duyguları, bilimsel başarıların ruhunu ve kendisinin “sonsuzluğu duymak” dediği şeyi ifade etme gücüne inanmaktaydı. Siyah, beyaz, kırmızı, yeşil ve mavi renklerle yaptığı ilk basit geometrik şekilli eserlerinden sonra, tualin önünde uçar görünen öğeler gibi bir uzam ve hareket yanılsaması yaratmak amacıyla daha karmaşık şekillere ve daha geniş bir yelpazedeki renklerle gölgelere yönelmişti. Bu, özellikle dönemin bazı resimlerinin başlıklarına da yansıyordu:
Suprematist composition: Airplane Fiying (1914-1915), Suprematjst composition expressing the feeling of wireless telegraphy (1915) ve Suprematist composition conveying the feeling of a mystic ‘wave’from ouler space (1917). 
Malevich’in bilinçaltına doğrudan hitap edebilecek bir resimsel dil arayışı 1917-1918 tarihli White on White serisinde doruğuna çıkmıştı. Beyaz karelerden oluşan ve beyaz bir fona hafifçe yedirilmiş bu son derece indirgemeci seriyi şu açıklamayla tanıtmıştı: 

“Renk sınırlarının mavi gölgesini yıkıp beyaza çıktım. Arkamda pilot yoldaşlar beyazlık içinde yüzüyorlar. Böylece bir süprematizm semaforu kurdum. Yüzün!” 
White on White resimleri süprematistler ile konstrüktivistler arasındaki uzlaşmazlık bağlamında da izlenebilir. 

Süprematizm kendisine pek çok takipçi bulmuştu: Luibov Papova (1889-1924), Olga Rozanova (1886-1918), Nadezhda Udabovova (1886-1961), Ivan Puni (1894-1956), Kseniya Bogodavaskaya (1882-1972). 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Malevich sanatın faydalı bir amaca hizmet etmesi gerektiği fikrine karşı koymasına rağmen, süprematizm gelişip serpildi. 1918’de şöyle bir haber okunuyordu: 

“Süprematizm Moskova’nın her tarafında boy attı. Tabelalar, sergiler, kafeler, her şey süprematist. Süprematizmin ayaklarını yere sağlam bastığı rahatlıkla iddia edilebilir”.
Avangard sanatçıların çoğu devrimi bütün kalpleriyle desteklemişlerdi: Yeni rejim de bir süre deneysel sanata kucak açtı. 1919’da Malevich’in White on White serisi, çeşitli eğilimlerin toplandığı büyük bir gösteri olan ve temsil olmayan sanatı Sovyet sanatı olarak ilan eden “Onuncu Devlet Sergisi, Soyut Yaratı ve Süprematizm” sergisinde yer aldı. 
Süprematizmin ulaştığı en yüksek nokta bu olacaktı. 
Malevich Vitebsk’e taşınınca bütün vaktini öğretmeye yazmaya ve (fütüristik evler ve şehirler için modeller çıkararak) mimarlığa hasretmeye başladı. Orada Marc Chagall’ı Vitebsk sanat okulunun müdürlüğünden kovdurdu ve Ilya Chasnik (1902-1929), Vera Eermolaeva (1893-1938). El Lissitzky (1890-1947), Nikolai Suetin (1897-1954)ve Lev Yadin (1903-1941), de dahil olduğu Unovis (Yeni Sanatın Savunucuları) grubunu kurdu. 
Bu grup süprematist tasarımları porselen, mücevherat, tekstil ve -1920’de Devrim’in 3. Yıldönümü adına şehrin bütün duvarlarına uygulayacaktı. Malevich’in bina ve şehir çizimleriyle modelleri işlevselliği ya da pratikliği düşünülerek değil, projenin özünü, yani fikrini yakalayan soyutIamalar oIarak tasarlanmıştı. Sanatçılar faydacı sanata endüstriyel tasarıma yönelirken onun ‘saf sanatta ısrar etmesi artık fazla bir karşılık bulmuyordu. Devletin soyut deneysel Sanata destek verme dönemi 1920’lerin sonunda nihayete ererken, süprematizm yerini önce konstrüktivizme sonra Sosyalist Gerçekçilik’e kaptırdı. Kendisi 1935’te ölümüne kadarSovyetler Birliği’nde kalmakla birlikte kişisel ününü kaybetmişti. Ancak o sırada Malevich’in fikirleriyle tasarımları çoktan Orta ve Batı Avrupa’ya ulaşmış durumdaydı. 1927’de Polonya ve Almanya’da onun eserlerinden oluşturulan önemli bir retrospektif sergi ve aynı yıl Bauhaus,tarafından denemelerinden bir derlemenin (The WorId of Non Objectivity) yayınlanması sayesinde fikirleri iyice bilinir oldu. Süprematizm yalnızca Avrupa konstrüktivizminin gelişmesini değil, Bauhaus’un tasarım eğitimini, mimaride Uluslararası Üslup’u ve 1960’Iarın Minimalist sanatını da etkileyerek başka akımlar için bir çıkış noktası haline gelmişti.

SYNCHRONİSM Akımı

Senkronizm; Amerikalı sanatçı Stanton MacDonald-Wright ve Morgan Russell tarafından 1912 yılında kurulan bir sanat hareketidir. 
 Bu akım ilk olarak müzik ile anılmıştır. Ama bu akımın temel yapısı soyut bir kavram olarak renk teorisine dayandığından, Amerikan sanatında ilk soyut resim çalışmaları arasında yer almıştır. Fazla uzun ömürlü olmamasına rağmen, uluslararası düzeyde tanınan ilk Amerikan avant-garde sanat akımı olmuştur.
 Tutarlı bir tarz olan Senkronizmin doğasında asıl olarak anlatılmak istenen, diğer hareketler resimlerde temsili görüntüleri açıklarken senkronistik çalışmalar tamamen soyut olduğu ve bunun için diğerlerinden ayrıldığı belirtilmektedir.  
Senkronizm renk ölçeklerine dayanır ve ilerleyen ritmik renk tonlarının azaltılması ile kullanılır. Bununla birlikte senkronist akım ele alınan konuyu, atmosferik perspektif tekniğini kullanarak sadece renk ve şekil üzerinde ifade etmekten de kaçınmaktadır.İlk senkronist eserler, o dönemin fovist eserleri ile de benzerlik göstermiştir.
Senkronizme bağlı olan diğer Amerikalı ressamları sayacak olursak; Thomas Hart,  Benton, Andrew Dasburg, Patrick Henry Bruce ve Albert Henry gibi sanatçılar bunların başında gelmektedir.

Section d'Or Akımı



  • Section d’Or ( Fransızca’da “Altın Oran”) Puteaux Group olarak da bilinir. Ressamlar ve eleştirmenlerden oluşan bir gruptur.
  • Kübizmden türemiş olan Orphism (Fransız şair Guillaume Apollinaire tarafından kullanılmıştır) ile ilişkilendirilmiştir. Orphizm, Kübizm'den doğan 20'nci yüzyıl sanat akımıdır (koyu renkleri ve kontrastları kullanmayı sürdüren, fakat Kübizm'den daha yumuşak bir stilde)
  • 1912’den 1914’e kadar faaliyet göstermişlerdir.
  • 1912’de grup ilk sergilerini Paris’teki Galerie la Boétie’de açtı. Ayrıca Section d’Or adını taşıyan kısa ömürlü bir dergi de yayınladılar. 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla grup aktivitelerine son Verdi.
  • Grubun adı ressam Jacques Villon tarafından önerilmiştir. Villon’un matematiksel oranların etkisine karşı olan ilgisi bunda etkili olmuştur. Bu oranlardan birisi de Altın Orandır. Grubun adı Kübist artistlerin geometrik formlara duyduğu ilgiyi temsil eder.
  • Ana üyeler Robert Delaunay, Marcel Duchamp, Raymond Duchamp-Villon, Albert Gleizes, Juan Gris, Roger de La Fresnaye, Fernand Léger, André Lhote, Louis Marcoussis, Jean Metzinger, Francis Picabia, ve André Dunoyer de Segonzac’tır.



Der Blaue Reiter Akımı

Der Blaue Reiter (Mavi Süvari)[1], Vassily Kandinsky ve Franz Marc'ın 1911'de Almanya'nın Münih şehrinde kurduğu ressamlar birliği.
Kandinsky ve Marc 1912'de, içinde plastik sanatlara ve müziğe yer verdikleri Der Blaue Reiter (Mavi Süvari) adında bir almanak yayınladılar ve iki sergi düzenlediler. Daha sonra Gabrielle Münter, Alexej Jawlensky, Marianne von Werefkin, Alfred Kubin, Paul Klee, Arnold Schönberg'in de katıldığı Mavi Süvari grubunun bildirgesi, dönemin entelektüel ortamında oldukça yankı uyandırdı. Sanatçılar yeni bir tinsel çağı haber verdiler. Bildirgede on dört ana makale vardı. Bu metinlerde Kandinsky ilk kez sanatçının doğayı kavraması ve saf estetik birliğe yönelmesindeki yegane aracı olarak gördüğü "içsel gereklilik"ten bahsetti.
1905'de kurulan Die Brücke (Köprü) adlı ressamlar birliği gibi, Mavi Süvari stili realizm, naturalizm ve izlenimciliğe karşıydı.
Der Blaue Reiter'in 1912'de Münchner Galerie Thannhäuser'da yaptıkları sergiden sonra kendilerini uluslararası duyurmayı başardılar. Bunun üzerine Heinrich Campendonk, Robert Delauney ve Lionel Feininger bu guruba katıldılar.

Almanak

Mavi Süvari ressamlar birliği, Kandinsky'nin 1903'de boyadığı Der Blaue Reiter resiminin ismini aldı. Bu resim 1912'de çıkan almanak için de kullanıldı. Bu almanak 20. yüzyılın en önemli sanat yazısı olarak bilinir. Kandinsky'nin açıklamalarına göre Der Blaue Reiter isminin fikri Marie Marc'dan gelmiş. "Mavi süvari" anlamına gelen bu ismi, Kandinsky'nin atlıları, Franz Marc'ın atları, ve her ikisinin mavi rengi sevmesinden dolayı seçmiş.
I. Dünya Savaşı yüzünden, grup ikinci almanak tasarılarını gerçekleştiremedi.

Camden Town Group Akımı

19.yy sonunda Kraliyet Akademisinin zayıf ve etkisiz bir duruma düşmesiyle, akademi dışı sanatçılar 1886'da Yeni İngiliz Sanat Kulübü adı altında örgütlenmişlerdir..Sargent, George Clausen ve Wilson Steer'in ilkelerinin belirledikleri dernek, Leighton ve Alma- Tadema'nın klasikçiliğine karşı yalın bir doğalcılığı savunmuştur.. 1889'da Sickert ve arkadaşlarının yönetimine geçtiği kulüpte İzlenimci bir tavır yaygınlaşmıştır..İzlenimcilik, İngiliz sanatçılarına çok yabancı değildi..Sargent bir süre Paris'te, 1870'den başlayarak da Manet, Sisley ve Lucien Pisarro gibi Fransız İzlenimcileri zaman zaman Londra'da yaşamışlardır..Başlangıçta, ilerici vc özgürlükçü bir tutum içinde olan Yeni İngiliz Sanat Kulübü bu niteliğinden ötürü pek sanatçıyı bünyesinde toplayabilmiş: ancak zamanla bu tavrını yitirmeye başlaması ve bağımsız bir tutum içine girmesiyle 1910'lardan sonra etkinliğini oldukça yitirmiştir..1900-05 arası Avrupa'nın çeşitli sanat merkezlerinde bulunan Sickert'in Londra'ya dönmesiyle Gilman, Albert Rohenstein, John, Charles Ginner, P.Nash, Nevinson, Henry Lamb, Epstein, L.Pisarro, Robert Bewan, Spencer Frederic Gore ve Walter Bayesngibi genç sanatçılar, Sickert'in 19 Pitroy Sokağı'ndaki atölyesinde toplanmaya başlamışlar ve 19ü8'de akademiye ve Yeni İngiliz Sanat Kulübü'ne karşı kendi sergilerini açabilme amacıyla Birleşik Sanatçılar Derneği'ni kurmuşlardır..
Sickert ve arkadaşları bir ara Yeni İngiliz Sanat Kulübü'nün yönetimini yeniden ele geçirmeyi düşünmüşlerse de bu girişimin olumlu bir sonuç vermeyeceği kanısıyla 1911'de Camden Town Grubu'nu oluşturmuşlardır..Grup Yeni-Gerçekçilik(Neo-Realism) bağlamında İzlenimciliği benimsemiş, ancak gerçekçilik anlayışı içinde yorumlamışlardır.. Sanatçılar ortak bir üslup geliştirmeden kendi bireysel üsluplarını sürdürmüşlerdir..

İngiltere'nin genel sanat ortamında bu yıllarda gelenekselliğe bağlılık söz konusuydu..Avrupa'daki gelişmeler pek anlaşılamıyordu.. Sanatçı ve eleştirmen R. Fry'ın 1910 ve 1912'de düzenlemiş olduğu Ard-İzlenimcilik ve Gelecekçilik sergileri, İngiltere'de Cezanne'dan Gelecekçiler'e kadar geniş bir Avrupa sanatı yelpazesinin ülkede tanıtılmasını sağlamış, genç kuşak sanatçılara yeni bir heyecan vermiştir..Fry, İngiltere'de 1930'lara dek ülkenin sanat ortamının genel beğeni düzeyini belirleyen en etkin kişisi olmuş, düşüncelerim benimseyen ya da tümüyle tepki gösteren gruplar oluşmuştur.. Sanatçı, resimde renk uyumunun ve dekoratif niteliğin konudan daha önemli olduğunu savunmuş ve estetik bir arıtmacılığı benimsemiştir..Bu sergiler aynı zamanda Fry'ın İngiliz sanatındaki etkin konumunu da pekiştirmiştir..
1913'te Fry, Avant-Garde sanatçıları biraraya getirerek mobilya, çanak-çömlek, tekstil ve benzeri tüketim malları tasarımları yaptırmak amacıyla Omega İşliği'ni (Workshop) kurmuştur..Kısa bir süre sonra Lewis'Ie özel bir nedenden ötürü anlaşmazlığa düşünce işlikte ayrılıklar belirmiştir.. Lewis, Cuthbert Hamilton, Wadsworth ve Frederic Etchells'le birlikte Asi Sanat Merkezini kurmuştur.. Gelecekçilik ilkelerini benimseyen Vortisizm akımı aynı yıl bu merkezin bünyesinden doğmuştur..

Grubun oluşmasındaki bir diğer neden de Marinetti'nin 1910'lardan başlayarak Londra'da bir dizi konuşma yapması ve 1912 de açılan Gelecekçiler sergisinin genç kuşak sanatçıları etkilemiş olmasıdır.. Ezra Pound ve T.S. Eliot gibi edebiyatçıların da katıldıklan grup, Nevinson, David Bomberg, Henti Gaudier-Brzeska, Esptein, William Roberts ve Wadsworth gibi sanatçılardan oluşmuştur..Yayımladıkları "Blast" adlı dergide görüşlerini savunmuşlar, kısa zamanda kamuoyunun bir bölümünün bu ilkeleri benimsemesini ve sanat alanında var olan "taşralı düşünce'nin (provincialism) son bulmasını sağlamışlardır.. Grup, savaşın başlamasıyla dağılmış; sanatçılar doğalcılığa dönmüşlerdir..Grup X adı altında bir sergiyle yeniden canlandırılmak istenmişse de, bu çaba sonuç vermemiştir..

Avrupa sanatının ülkede tanınmaya başlaması, Fry'ın bu alanda yarattığı etkinlikler ve genç sanatçıların yeni coşkularıyla sanat ortamında bir değişme başlamıştır..Londra'da 1910'dan sonra sanatçılar arasında ufak gruplaşmalar izlenmektedir..Bu grupların daha etkili olabilmek için bir dernek altında toplanmaları eğilimi yoğunluk kazanınca Camden Town Grubu, Vortisistler, Cumberland Market Grubu ve 10 Fitzroy Grubu birleşmiş ve H.Gilman başkanlığında, etkinliği 1080'lere dek süren Londra Grubu kurulmuştur.. I.Dünya Savaşı bazı grupların dağılmasına yol açmışsa da bireysel gelişmelere engel olmamıştır.. Sanatçılar hükümetin aldığı bir kararla çeşitli cephelerde savaş resimleri yapmakla görevlendirilmişlerdir..İki dünya savaşı arasındaki ykş. 20 yıllık dönem İngiliz sanatı için akımlararası karmaşık etkileşimlerin görüldüğü ve özellikle doğaya dönüşün izlendiği bir dönemdir..

Dönemin sanatçıları, tavırları açısından genel bir sınıflandırma içinde üç grupta toplanabilir..
Augustus John, Ethel Walker, Gwen John, Henry Tonks, James Ferrier Pryde, L.Pisarro, Sickert, Steer, Rothenstein ve William Nicholson gibi sanatçıların oluşturduğu birinci grup bir ölçüye kadar Yeni ingiliz Sanat Kulübü ilkelerine bağlılıklarını sürdürmüşlerdir..
İkinci grup, Fry'ın ilkelerini benimseyen Grant, Gertler ve Venessa Bell gibi sanatçılardan oluşmuş; etkinliğini Bloomsbury Grubu adı altında sürdürmüştür..
Üçüncü grupsa Lewis, P.Nash, W.Roberts ve Matthew Smith gibi Fry'ın estetik arıtmacılığına karşı olup aynı zamanda plastik değerlerin de dışında bazı değerler arayan genç sanatçılardan oluşmaktaydı..Bu sanatçıların temelde Paris Okulu'na yakınlıkları vardı..
Aynı gruba dahil edilebilen bir başka sanatçı da Spencer'dir.. Önceleri Ard-İzlenimci örnekler vermesine karşın Spencer'in bu yaklaşımı geçici olmuş, sonraki yapıtlarında J.Bruegel etkili Kuzey geleneğini izlemiştir..
Hepworth, B, Nicholson, Christopher Wood, David Jones, Edward Bawden, Frances Hodgkins, H.Moore ve John Piper gibi bağımsız sanatçılar daha etkili olabilme amacıyla örgütlenerek 1919'da Yedi ve Beş Derneği'ni oluşturmuşlardır..1935-36'ya dek etkin olan grup önceleri şiirsel ve lirik bir doğalcılığı benimsemiş, ancak 1930'ların başında, grup içinde Hepworth, Moore, Nicholson ve Wood gibi soyutlama yanlısı sanatçıların artmasıyla, tümüyle soyutlamaya yönelmiş ve Yedi ve Beş Soyul Grubu adını almıştır..İngiltere'de "ilk çağdaş akım" olarak nitelendirilen Ünite I, 1933'te Nash öncülüğünde; Colin Lukas, Edward Burra, Wadsworth, John Armstrong, John Bigge, Tristam Hillier ve Wells Coates tarafından kurulmuştur.. Hepworth, Moore ve Nicholson'un da katıldıkları grupta kısa süre içinde Yapımcı yaklaşımla b|yomorfik soyutlama arasında çekişme başgöstermiştir..Yaşamı kısa olmasına karşın Ünite 1, 1930'lann İngiliz sanatında etkin blr ro| oynamıştır..

İngiliz sanatında süregelen bir gelenek olan Getçekçilik bu dönemde günün koşullarına göre yeni yorumlar kazanmaya başlamıştır.. Graham, Pasmore ve William Coldstream gibi dönemin genç kuşak sanatçıları, doğal görünümleri soyutlama yoluyla ve sanatın toplumsal işlevini irdeleyerek ele alıyor ve estetik anlayışlarını yeniden değerlendiriyorlardı..Hitchens'in, R.Fry ve Rodrigo Moynihan'ın da katılmalarıyla 1933'te Nesnel Soyutlama grubu oluşmuştur..

Doğal görünümleri soyut renk biçimleri olarak veren sanatçılar, bir süre sonra soyut biçimlerden yeterince doyum alamamaları nedeniyle bu tavırlarından vazgeçerek yalınlığı vurgulayan doğa resmine dönmüşler ve Coldstream'la Pasmore öncülüğünde, 1937'de Euston Sokağı Okulu'nu kurmuşlardır..

1930'ların ikinci yarısında Bauhaus ve Soyutlama-Yaratma grubu sanatçıları ABD' ye yerleşmeden önce bir süre Londra'da bulunmuşlar, İngiliz sanatçılarıyla iletişim içine girmişler, ancak savundukları Yapımcılık akımının, doğa resmine dönük bu sanatçılar üzerinde büyük etki yaratmadığını görmüşlerdir..Euston Sokağı Okulu'nun bu dönemde oluşması da zaten bu ilkelere yabancı kalındığının bir göstergesidir..

II.Dünya Savaşı sırasında sanatçılar bir kez daha savaş resimleri yapmakla görevlendirilmiş; H,Moore, Sutherland gibi sanatçılar savaştan etkilenerek üstün yapıtlar vermişlerdir..Ayrıca bu yıllarda yaşanan zorluklara karşın belki de bunalımlardan kurtulma amacıyla, toplumun sanata olan ilgisi artmış, özellikle çağdaş yapıtlar beğeni kazanmaya başlamıştır..Savaşın başlarında Hepworth ve Nicholson, Londra'dan ayrılıp Cornwall'da St. Ives'e yerleşmişlerdir..Kısa sürede çevrelerinde Bryan Wynter, Patrick Héron, Peter Lanyon, Roger Hilton ve Terry Frost gibi sanatçıları toplamışlar, Hareketli Soyut'a yaklaşan bir tavırla doğa izlenimleri yapmışlardır..Zaman zaman Davie, Pasmore ve William Scott'un katıldıkları St. Ives Ressamları topluluğu aslında bir okul oluşturacak yeterlikte ortak bir tavır geliştirememiştir..

II.Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda İngiliz sanatı uluslararası akımlarla, eskiden olduğundan daha fazla bir bütünleşme eğilimi göstermiş; Caro, Hepworth, Nicholson, Moore, Hockney ve F.Bacon gibi sanatçılar uluslararası nitelik kazanmış, Avrupa ve ABD'de toplu sergiler açmışlardır.. 1950'lerin başında Derrick Greaves, Edward Middleditch ve Jack Smith gibi Toplumsal Gerçekçilerin oluşturduğu Kitchen Sink Okulu, savaşın etkisiyle kasvetli ve karamsar konular işlemiş, ancak bu eğilim fazla yaygınlaşmamıştır..1950'lerin ortalarında İngiltere'de Pop Sanat'ın oluşmaya başladığı görülür..İvmesini eleştirmen Lawrence Alloway ve mimar Banham'ın Bağımsızlar Grubu'ndan alan Pop Sanat'ın öncüleri Paolozzi, Hamilton ve Turnbull olmuş, kısa zamanda Allan Jones, Derek Boshier, Hockney, Joe Tilson, Peter Blake, Patrick Caufield, Phillips, R. Smith ve Kitaj'ın katılmalarıyla etkinlik kazanmıştır..Bu dönemde savaştan yeni dönen Sutherland, Hıristiyan İkonografi'sinin öne çıktığı dinsel konulu resimler; F.Bacon, şiddet öğesi içeren figür çalışmaları; Freud ise Foto-Gerçekçilik'e yaklaşan ruhsal gerilimli figür ve portreler yapmıştır..1970lerin sonunda ve 80'lerde Freud'un yanı sıra Auerbach ve Leon Kossoff gerçekçi bir yaklaşımla Londra'nın karmaşıklığını yansıtan tuvaller üretmişlerdir..

Figür, İngiliz sanatında geleneksel olarak her dönemde betimlenmiş olmakla birlikte 1960'Iarda figüratif sanat yerine soyut anlayışın güç kazanmaya başladığı görülür..Bu bağlamda John Walker, Yapımcılık ilkelerine bağlı bir Geometrik-Soyutlama; Durum Sergisine katılan Gillian Ayres ve John Hoyland , Renk Alanı Resmi doğrultusunda renk soyutlamaları yapmış; Harold ve Bernard Cohen, P.Heron, Paul Huxley, R.Smith ve Robny Denny ise saf rengin estetiğini araştırarak Renk Alanı Resmi ile Sert-Kenar resmine yaklaşan tuvaller gerçekleştirmişlerdir..Aynı yıllarda Riley, Op Sanat; Kenneth Martin ve Len Lye ise Kinetik Sanat örnekleri vermişlerdir..

İngiltere'de oluşumlar çoğu kez yeni gelişmekte olan rock ve Beatles müziği ile birleştirilmiştir..Bu doğrultuda çalışan sanatçıların başında Mark Boyle ve Joan Hills gelir..Kavramsal Sanat'ın gelişmesine büyük katkısı olan Sanat ve Dil Grubu, 1968'de İngiliz ve Amerikalı sanatçıların biraraya gelmesiyle oluşmuştur. Grubun İngiliz üyeleri Terry Atkinson, David Bainbridge, Michael Baldwin, Harold Hurrell, Mel Ramsden sanat üzerine görüşlerini Art & Language adlı süreli yayında dile getirmişlerdir..1970'lerde Gilbert (Gilbert Proersch) ve George (George Passmore) adlı ikili kendilerini "yaşayan heykeller" olarak adlandırarak Vücut Sanatı doğrultusunda gösteriler yapmıştır..Long ise 1970'lerde Yeryüzü Sanatı,1980'lerde de yerleştirme alanlarında etkinlik göstermiştir..

La Corrente Akımı

1910'ların başında Milano'da kurulan bir İtalyan sanatçı topluluğu. Ekspresyonist eğilime sahip olan topluluğun üyeleri arasında; R. Birolli, B. Cassinari, E. Morlotti, E. Vodova gibi sanatçılar vardır.

Rayonism (Soyut Sanat) Akımı

Soyut sanat,ABSTRE SANAT olarak da bilinirgörsel çevreye ait nesne belirlemelerinin hiçbir rol oynamadığı resim,heykel ya da grafik sanat ürünleriTüm sanatlar büyük ölçüde soyut olarak nitelendirilebilecek öğelerden ( biçim,renk,çizgi,ton ve doku öğeleri) oluşur20yüzyıl öncesinde bu soyut öğeler doğanın ve insan uygarlığının tanımlanmasıbetimlenmesi ve taklit edilmesinde kullanılıyor ve sergileme amacı anlatımcı işleve göre öncelik taşıyordu
Tarihsel açıdan ,soyut sanat 19yüzyılın bir ürünüdürYalnızca kısa öykülerin resimlenmesi amacıyla çok sayıda ayrıntılı betimsel sanat yapıtlarının üretildiği bu dönemde,bir yandan da ,işledikleri konunun ve yaptıkları resmin görsel gerçeklerini yakından inceleyerek ,devralanın doğalcılık geleneklerini sorgulayan ressamlar ortaya çıktıSanatta,klasikçiliğin taklit ve yüceleştirmeye ağırlık veren anlayışını yadsıyan düşünceler ortaya koyan romantizmin yaratıcılığın temel öğeleri arasnda düş gücü ve bilinçaltının rolünü vurgulamıştıGiderek ressamlar ,bu yaklaşımların oluşturduğu ortamın getirdiği yeni özgürlük ve sorumluluklara sahip çıktılar1890'da " Unutulmalıdır ki resim, bir savaş atı,bir çıplak ya da bir tür anekdot olmadan önce,yalnızca renklerin belirli bir düzenlemeyle birleştirildiği düz bir yüzeydir"diyen Maurice Denis ,o dönemin simgeci ve ard izlenimcilerinin duygularını özetlemiş oluyordu
20yüzyılın ilk 20 yılında ,fovizm ,dışavurumculuk,kübizm ve gelecekçilik hareketlerinin de içinde bulunduğu temel sanat akımlarının tümü ,bir biçimde ,resim ile doğal görünüm arasındaki ayrılığı vurguladı
Ama, tanınamazlık derecesinde bile olsa,dış görünüşlerden yola çıkılarak yapılan soyutlamalarla,görsel çevreden kaynaklanmayan biçimlerden sanat yapıtı üretmek arasında büyük bir ayrım vardırIDünya Savaşı'ndan önceki dört-beş yıl içinde,Robert Delaunay Wallsy Kandinsky ,Kazamir Maleviç ve Vladimir Tatlin gibi sanatçılar tam anlamıyla soyut sanata yöneldiler(Genel olarak Kandinsky,1910-11'de yaptığı resimlerle salt soyut resmin yaratıcısı olarak kabul edilir) Ama ilerici sanatçıların büyük bölümü bile,ne ölçüde olursa olsunbetimlemeden vazgeçilmesini hoşnutsuzlukla karşılıyorduIDünya Savaşı sırasında Hollanda'da De Stijl ve Zürich'te dada gruplarının (bakdadacılık) ortaya çıkması soyut sanat dağarını daha da genişletti
Ive IIDünya savaşları arasında soyut sanatta bir gelişme olmadıBir yandan totaliter rejimlerin baskısıyla karşılaştıöte yandan gerçek üstücülük ve toplumsal konulara yönelen eleştirel gerçekçilik gibi,betimlemeye yeniden ağırlık veren sanat akımlarının gölgesinde kaldıAma IIDünya Savaşı sonrasında ,soyut dışavurumculuk adını alan coşkulu bir Amerikan soyut resim akımı ortaya çıktı ve dünya çapında etkili oldu1950'lerden başlayarak ,soyut sanat Avrupa ve ABD'de resim ve heykel sanatları içinde benimsenerek yaygın biçimde uygulanmaya başladıAyrıca bakModern sanat

Sturm Und Drang (Fırtına ve Coşku) Akımı

Sturm Und Drang; Alman edebiyatı üstünde 1770-1785 yılları arasında büyük etki gösteren ve Avrupa romantizminin gelişmesine katkıda bulunan edebiyat ve siyaset akımıdır.
Kökü bakımından Germen olan bu akımın adı, Maximüian von Klinger’in (1752-1831) 1776’da oynanan ve Sturm und Drang (Fırtına ve Atılım [1770-1785]) adını taşıyan abartmalı bir melodramından gelir. Almanya’da Aufklärung”dan (Aydınlanma çağı) sonra ortaya çıkan ve akılcılığa bir tepki olan bu akım, akla karşı, duygunun ve tutkunun; saymacalara ve kalıplara karşı, özgünlüğün, sezginin ve özelliğin haklarını savunuyordu. Ayrıca, doğanm yalınlığına dönülmesinden yanaydı. Akımın ortaya koyduğu yapıtlarda Sterne’in, Young’ın, Ossian’ın, Kutsal Kitap’ın ve halk şiirinin etkileri açıkça görülür. Ama akımı asıl etkileyenler jean-jacques Rousseau ve Shakespeare olmuştur. Bu iki etki, Goethe‘nin (Genç Werther’in Acıları [Die Leidendes jungen Werthers, 1774], Götz von Berlichingen [1773], Clavigo [1774], Stella [1776]) ve Schiller’in ilk yapıtlarında (Haydutlar pie Räuber, 1782], Die Verschwörung des Fiesco zu Genua [Fiesko’nun Genua’ya Yemini, 1783], Hile ve Aşk [Kabale und Liebe, 1784]) görülür. Akımın ilk temsilcileri olan Lenz, H.L. Wagner, ressam Müller ve Gerstenberg, doğal eşitliği ve insan kişiliğine saygıyı savunarak, yaygın töreleri şiddetle yerdiler. Bunların hepsi de insan hakları idealini benimsemişti ve tek bir dava için, yani insanın özgürlüğü için çalışıyorlardı. Akım, tarih alanında, her halkın kendine özgü niteliklerini, Ortaçağ’ın güzelliklerini, folklorun önemini ortaya çıkardı. Akımın öncülerinden biri olan Herder (1744-1803), bütün ulusların halk şarkılarının derlemesi olan Stimmen der Völker in Liedern ‘i (Şarkılarda Ulusların Düşünceleri, 1778) yayımladı. Dillerin, edebiyatların ve dinlerin karşılaştırmalı incelemesi, Goethe‘ye (Kızılağaçlar Kralı Efsanesi) ve Schiller’e esin kaynağı oldu.
Öte yandan, Herder’in kuramsal idealizmi, yeni Alman edebiyat akımı ve bir tarihsel anlayışın ortaya çıkması, Goethe tarafından başlıca yapıtlarında ve özellikle birinci Faust‘ta (1808), Genç Werther’in Acıları ‘nda (1774) ve Egmont’ta (1787) büyük bir ustalıkla dile getirildi. Siyasal davranış da değişmişti. Sturm und Drang özellikle çok verimli olduğu tiyatroda, küçük Alman prenslerinin sıradan hükümetlerini alaya aldı.
Akım, ancak okumuşlar arasında yayıldı ve onların aracılığıyla Fransız Devrimi’ni övmekle geri kalmadı.

Constructivism Akımı

Eğitimde oluşturmacılık çocuğun konu hakkındaki kendi anlayışını oluşturmasına izin verilecek şekilde eğitilmesini söyleyen bir eğitim metodudur. Öğretmenin amacı materyali örtmek değil çocuğun konuyla ilgili gerçekleri ortaya çıkarmasına yardımcı olmaktır.
Sanat ve mimaride oluşturmacılık endüstriden etkilenen tasarımlar ve endüstride kullanılan malzemeleri kullanan hiçbir sosyal fonksiyonu olmayan saf sanattan yana olan Rusya'da 1914 ve sonrasına ait bir sanatsal akımdı. Vladimir Tatlin ve daha sonra Antoine Pevsner ve Naum Gabo gibi oluşturmacılar tarafında kuruldu. Kasimir Malevich de oluşturmacı sayılabilecek parçalar yapsa da daha çok daha önceki süprematism çalışmaları ile tanınır. Hareket El Lissitzky'nin başını çektiği yeni grafik tasarım tekniklerinin gelişimini etkilemiştir.
Politika biliminde ve uluslar arası ilişkiler teorisinde oluşturmacılık uluslararası ilişkilerde standart gerçekci ve liberal görüşleri rededer ve devletlerin çıkarlarının uluslararası anarşinin etkilerinden değil özdeşlik ve uluslararası normlardan çıktığını ortaya koyar. Oluşturmacı teori aynı zamanda dil ve belagatın gerçeği nasıl oluşturduğu ile de ilgilenir. Alexander Wednt oluşturmacılık üzerine birkaç makale yazmıştır.
Matematik ve mantıkta oluşturmacılık: Sezgici Matematik, Oluşturmacı Mantık, Oluşturmacı Matematik
"Türkçe kaynaklara baktığımızda constructivism kavramıyla ilgili bir uzlaşmanın henüz gerçekleşmemiş olduğunu görmekteyiz. Kimi araştırmacılar constructivism kavramına karşılık oluşturmacılık (Kara ve Özgün-Koca, 2004; Baki ve Bell, 1997; Gürol ve Tezci, 2001; Asan ve Güneş, 2000; Kılıç, 2001; Yıldırım ve Akar, 2004; Kabapınar, 2004; Gürol ve Atıcı, 2001; Semerci, 2003; Yanpar-Şahin, 2003) terimini kullanırken kimileri de yapılandırmacılık (Köseoğlu, Budak ve Kavak, 2002; Yurdakul ve Demirel, 2004; Şaşan, 2002) ve hatta yapısalcılık (Aşkar Aktamış,Ergin ve Akpınar, 2003), yapıcılık (Alkan ve a., 1995; Deryakulu, 2001), inşacılık (Muğaloğlu-Aktürk, 2001), kurgulamacılık  ve hatta birden fazla terimi bir arada yapısalcı(oluşturmacılık) (Koçoğlu ve Köymen, 2002; Turan, 2001) önermektedir.
Buradan çıkışla constructivism kavramı üzerinde anlayış birliğine varmak için tek bir Türkçe karşılık kullanmak gereği ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada “constructivism” kavramının karşılığı olarak “oluşturmacılık” benimsenmiştir. Constructivism, öğrenme ve eğitim bağlamlarında, terim olarak bilginin oluşturulmasına işaret eder. Bilgi kavramına bakışımız constructivism kavramına olan bakışımızı da sağaltacaktır. Şöyle ki; constructivist anlayışta bilgi bilenden bağımsız bir şekilde doğada var değildir. Bilgi özneden bağımsız değildir (von Glasersfeld, 1996), özne bilgiyi kendi için öteki öznelerle etkileşimi sırasında oluşturur, oluşturduğu bilgiden kendi de çevresi de etkilenir (Piaget, 1973; Vygotsky, 1978; Moll, 1992). Bu açıdan bakınca oluşturma kavramının Türkçe’deki karşılığı ve içerdiği kavramlar şöyle sıralanabilir. Öncelikle oluşturma(k)dönüşlü bir fiildir. Bu fillin gerçekleşmesi sırasında bu fiili gerçekleştiren de etkilenir. Bilgi oluşturma sırasında bilgiyi oluşturan özne en çok etkilenir. Bilgi oluşturma zihinsel süreçlerin gerçekleşmesi sürecinden geçilerek başarılır, böylece bilgi oluşturma bireysel ve içsel bir kavramdır (Smith, 1993). Dahası, oluşturma aynı zamanda işteş bir fiildir. Zira bilgi oluşturma eylemi çevreden ve öteki öznelerin varlığından bağımsız değildir. Bilgi oluşturma diğer öznelerle etkileşim sürecinde, birlikte, gerçekleştirilir. Dolayısıyla oluşturma kavramı içerisinde birliktelik, toplumsallık da vardır. Moll’a (a.g.e., s. 1-6.) göre Vygostky eğitimin toplumsal ve kültürel bir etkinlik olduğunu ve bilimsel olarak incelenecek kavramları da ayrıştırmak yerine bütün olarak görülmesi gerektiğini söylüyordu. Sözcüklerin anlamlarının da düşünme ve konuşmanın birliği olarak tasavvur ediyordu. İşteş-Dönüşlü bir fiil olan oluşturma(k) kavramı da bu bütünlüğü sağlamaktadır. Göndergeleri arasında eylem, eylemi etkileyen ve etkilenen de vardır. "

Fütürizm Akımı

Fütürizm, 20. yüzyılın başlarında İtalya'da orataya çıkmış bir sanat akımıdır. Genel olarak büyük bir İtalyan fenomeniydi. Fakat o dönemde, başta Rusya ve İngiltere olmak üzere daha birçok ülkede paralel hareketler ortaya çıkmıştır.

Edebiyatta Fütürizm

Bu akımın öncüsü ve şefi İtalyan şair, romancı, oyun yazarı ve yayın yönetmeni Filippo Tommaso Marinetti'dir. Marinetti’nin 1909’da Paris’te "Le Figaro" gazetesinde yayımladığı manifesto futurisita (Fütürizm Bildirisi) gelecekçiliğin manifestosu oldu. Bildiride, "Bizler müzeleri, kütüphanelerin yerle bir edip ahlakçılık, feminizm ve bütün yararcı korkaklıklarla savaşacağız" deniyordu. Bu geçmişin bütünüyle reddi demekti. Aynı bildiride, "Biz dünyadaki gerçekten sağlıklı tek şeyi, yani savaşa ve ölüme götüren güzel düşünceleri yüceltiyoruz" sözleri, siyasal alanda o dönemde gelişen faşizmden yana bir tavrın da açık göstergesiydi.
Süratin üstünlüğünü iddia ve ilan eden Marinetti, bir yarış arabasının Samothrake zaferi (Yunan heykeli)nden daha güzel olduğunu ve buna ek olarak da: "Mutlak içinde yaşıyoruz, çünkü "her yerde hazır ve nazır olan" edebi sürati biz yarattık" demiştir.
Gelecekçiliğin kurucusu Marinetti, Avrupa’da birçok yazarı etkiledi. Rusya’da Velemir Hlebinikov ve Mayakovski gelecekçiliğe yöneldi. Rus gelecekçiler kendi bildirgelerini yayınladı. Puşkin, Tolstoy, Dostoyevski reddedildi. Şiirde sokak dilinin kullanılması istendi. 1917 Ekim devriminden sonra da gelecekçi akım güçlendi. Mayakovski’nin ölümüne kadar etkisini sürdürdü.
İtalya’daki gelecekçiler ilk şiir antolojisini 1912’de yayımladı. Gelecekçilik faşizm ile özdeşleşti. Ve 1920’lerin ortalarına doğru etkisini yitirdi. Eserlerinde mantıklı cümleler kurmayı reddeden gelecekçilerin parolası, "sözcüklere özgürlük"tü. Ezra Pound, D. H. Lawrence ve Giovanni Papini de bu akımdan etkilenen yazarlardır.

Cubo-Fütürizm

1913 yılında itibaren Rusya'da Kübizm'e etki eden ve gelişteren, Rus Fütürizmi'nin temel okuludur.
Cubo-Fütürizm Kübizm'in formları ve Fütürizm'in dinamikliğini esas almıştır. Kazimir Malevich tarzı geliştiren kişidir ve bu tarzı 1912'de imzalanan fakat 1913 yılında yapıldığı bilinen "The Knife Grinder" isimli eserinde görülebilir. Fakat Kazimir Malevich Suprematizm olarak adlandırılan ve objektif olmayan bir tarz benimseyerek bu tarzı reddetmiştir.

Tanınmış Fütürist Sanatçılar

  • Giacomo Balla, ressam
  • Umberto Boccioni, ressam, heykeltraş
  • Anton Giulio Bragaglia, ressam
  • David Burliuk, ressam
  • Vladimir Burliuk, ressam
  • Mario Carli, şair, deneme yazarı, roman yazarı, diplomat ve gazeteci
  •  Carlo Carrà, ressam
  • Ambrogio Casati, ressam
  • Primo Conti, ressam
  • Tullio Crali, ressam,
  • Luigi De Giudici, ressam
  • Fortunato Depero, ressam
  • Gerardo Dottori, ressam, şair ve sanat eleştirmeni
  • Filippo Tommaso Marinetti, şair
  • Vladimir Mayakovsky, şair
  • Angiolo Mazzoni, mimar
  • Aldo Palazzeschi, yazar
  • Giovanni Papini, yazar
  • Luigi Russolo, ressam, müzisyen
  • Antonio Sant'Elia, mimar
  • Hugo Scheiber, ressam
  • Gino Severini, ressam
  • Bela Kadar, ressam
  • Mario Sironi, ressam
  • Ardengo Soffici, ressam ve yazar
  • Nazım Hikmet Ran, Yazar ve şair

Cubism Akımı

20. yüzyıl başlarında ortaya çıkmıştır. Kübizm terimi I. Dünya Savaşı'ndan önceki yıllarda Paris'te gelişen bir resim akımını belirtir. O dönemde Avrupa'da biçimlenmekte olan modern sanatın ışığın geçici etkilerini resmetmek olan izlenimcilerden hoşnut olmayan bir genç ressamlar kuşağı yetişiyordu; bunlar, Matisse'in çevresinde toplanmış olan fovların çok renkli resim sanatından da hoşlanmıyorlardı. Empresyonizm'e egemen olan görme duygusu yerine, Kübist' ler aklın başatlığına dayanan aklın gücünü ortaya koymak istiyorlardı.Tablolarını sağlam temellere oturtmak istiyor ve bu konuda ressam Paul Cezanne'ın izinden gidiyorlardı. Nitekim bu ressamlar, Cezanne'dan, onun son Provence manzaralarından ve natürmortlarından esinlenecekler, bundan da kübizm doğacaktı. Manifestosu yazan Apollinaire, bir taklit sanat değil tasarım sanatı olduğunu söyler.

Küçük Küpler

Kübizm adı, Georges Braque'ın bir tablosunu gören bir sanat eleştirmeni olan Louis Vauxcelles'in bu tablo için «küçük küpler» sözünü kullanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bir yanılgı sonucu yeni resme uygulanan bu deyim, Picasso ve Georges Braque'ın o tarihlerde birbirine pek benzeyen ilk kübist eserleri konusunda bir fikir verebilir. Her ikisi de hacimlerin iç içe geçtiği portreler, manzaralar, natürmortlar çizmekteydi. Onlar iki boyutlu (en ve boy) olan tuvalin yüzüne doğada üç boyutlu (en, boy, derinlik) olan nesneleri çizebilmenin çarelerini araştırıyorlardı. Bu, yeni bir sorun değildi; bütün resim sanatının sorunuydu; ama o zamana kadar, derinlik izlenimi perspektif aracılığıyla verilebiliyordu.
Picasso ile Braque, her şeyden önce bir tablonun ne olduğunu unutturan bu çözüm yolunu bir yana bıraktılar: Tablo, aslında dümdüz bir yüzeydir. Braque ile Picasso, biçimleri tuvalin üzerine kademeli sıralayarak üst üste yerleştirdiler. Zaten onların niyeti, gerçeği gördüğümüz gibi değil, olduğu gibi göstermekti: Yerimizi değiştirmeden bir nesneye baktığımız zaman onun sadece bir kısmını, bir köşesini veya bir yüzünü görürüz
Kübistler ise nesneleri, sanki çevresinde dolaşıyorlarmış gibi, birkaç bakış açısından, cepheden, yandan, üstten, alttan bakarak aynı imge üzerinde göstereceklerdir. Aynı şekilde, bir yüzü hem yandan, hem de iki gözü görülecek biçimde (karmaşık görüntü) vereceklerdir.
1911'e doğru Braque ve Picasso için, nesneleri kat kat açıp saydam küçük yüzeylere bölmek, kenar çizgilerini kırmak, gerçek bir oyun haline geldi; o kadar ki, neyin resmini yaptıklarını anlamak giderek zorlaştı. İki ressam o sıralarda Avrupa'nın başka merkezlerinde doğmakta olan soyut sanata çok yaklaşmış.
Kübistler, sanatlarını geliştirirken gerçeği tamamen özgün bir biçimde resim sanatına sokmak amacını güttüler: resme tamamen yabancı öğeleri (kâğıt, gazete parçaları, kibrit çöpleri) tablolarına yapıştırdılar. Üstelik boyalarına kum karıştırdıkları da oluyordu. Bütün bunlar günümüz resim sanatında sık sık rastlanan şeylerdir, ama o dönemde hiç görülmemişti. Kübistler bunu hem gerçek ile ilişkilerini yitirmediklerini göstermek, hem de resimde imtiyazlı madde diye bir şey olmadığını, bir tablonun herhangi bir şeyle yapılabileceğini göstermek için yaptılar. Yeter ki, tablo, biçimlerin tutarlı bir kompozisyonunu oluştursun.
Açıklık kaygısıyla, yapısal çizgileri iyice azalttılar ve kompozisyonlarına, hemen belirli bir nesneyi akla getiren resmedilmiş biçimleri eklediler: sözgelimi, bir gitarı belirtmek için teller ve bir eğri, keman için üzerindeki delikleri, şişe için ise şişenin boynunu çizmekle yetindiler.
Sanat felsefesi olarak, ayrı ayrı yerlerde geçen şeylerin birlikte ve aynı zamanda cereyan ettiğini tasavvur ve tasvir etmek düşüncesi ile, karışıklıktan hoşlanma zevkinin birleştirilerek ifade edilmesi esasına dayanır. Nitekim kübistlerin eserlerinde karmakarışık imajlara ve dağınık kelimelere rastlanır.
Kübistler, herhangi bir şeyde gözün türlü yönlerden görebildiği özellikleri, bir arada geometrik şekillerle göstermeye çalışır. Bu tarz resimlere kübik resim adı verilir. Kübizm, eşyanın uzaklık ve yer içinde kapladığı hacim kanununu temel hareket noktası olarak alır. Bu akıma mensup sanatçılar, resimde özün, değişmeyenin peşinde koştuklarını savunurlar. Onlara göre, konunun sadece görünen yönünü değil, görünmeyen tarafını da göstermek gerekir.
Bu akıma mensup olan edebiyatçıların gayesi ise, duygularla olayları birbirine karıştırmak, ayrı ayrı yerlerde geçen olayların birlikte, aynı anda olduğunu kabul etmek ve bu anlayışta eser vermektir. Bu yüzden kübistlerin eserleri oldukça karmaşıktır.
Kübistler, resimde renk oyunlarının yankılarını, güneş ışınlarının tabiat içinde uyandırdığı parıltıları bir yana bırakarak, eşyanın geometrik yapısına önem vermişlerdir. Bu bakımdan Kübizm, tabiatın yepyeni bir anlayışla değerlendirilmesidir denilebilir. Onlar sanatlarının kaynağını duygudan çok, düşüncede aramışlar, esere düşünceyi katarak empresyonistlerin aksine, ilim yoluyla değil sanat yoluyla sanata varmak prensibini seçmişlerdir.

Die Brücke Akımı


  •  Dresden'de 1905'te kurulan Alman dışavurumcu sanat topluluğudur.Köprü anlamına gelmektedir.
  •  Kurucu üyeleri; Fritz Bleyl, Erich Heckel, Ernst Ludwig Kirchner ve Karl Schmidt-Rottluff tir.
  • Topluluğa sonradan katılanlar ise; Emil Nolde, Max Pechstein ve Otto Mueller'dir.
  •  Bu akım, sanatla yaşam rasında bir yakınlık kurmayı amaçlar.
  • 20. yüzyılda ortaya çıkan modern sanatın gelecekteki gelişmelerine temel oluşturan bu akım,     dışavurumculuk akımını yaratmıştır.


Die Brücke bazen Fauves’le karşılaştırılır. İki akım da duyguların dışa vurumunda pek de doğal olmayan, canlı parlak renkler kullanır. Yine iki akımda da resimler basit, ham çizgilerle yapılır ve tamamen soyut çalışmalara  karşı bir antipati vardır
Erich Heckel (31 Temmuz 1883, Döbeln, Almanya-27 Ocak 1970, Radolfzell, Almanya) 
 Alman dışavurumcu ressam, heykelci ve özgün baskı sanatçısı. Özellikle çıplak figürleri ve manzara resimleriyle tanınır.
1904'te Dresden'de mimarlık öğrenimi görürken tanıştığı Karl Schmidt-Rottluff, Fritz Bleyl ve Ernst Ludwig Kirchner ile birlikte 1905'te Die Brücke (köprü) grubunu kurdu. İlk yapıtları Van Gogh'a duyduğu hayranlığı yansıtır. 1911'de Berlin'e yerleştikten sonra biçimci resimsel kompozisyonlara yöneldi. Bununla birlikte renk kullanımı ve çarpıtılmış mekân betimlemeleri aracılığıyla çarpıcı görüntüler yaratmayı başardı. "Göl Kıyısındaki Kadınlar" (1913; Wilhelm-Lehmbruck Müzesi, Duisburg, Almanya) adlı resmi gelecekçi ressamların kırılmış ışıklarla sağladıkları geçici etkilerin izlerini yansıtır.

Les Fauves Akımı

20.yy’ın başlarında Henri Matisse tarafından Fransa'da geliştirilen bir sanat akımıdır. Ancak ömrü kısa olmuştur 1900lerde başlamış, 1910 yılına kadar sürmüştür. Toplamda 3 sergi yapılmıştır bu konuyla ilgili
En önemli özelliği, tüpten çıkmış gibi çiğ ve bağıran renklerin doğrudan kullanımıdır.
Matisse, Derain ve Vlaminck'in Paris'te açtıkları bir sergide ilk kez duyulmuştur.
 1905 yılında gercekleşen bu sergi modern resme birçok katkıda bulunmuştur. Sergiye gelenler daha önce hiç karşılaşmadıkları bir anlatımla karşılaşmışlardır. Tuval üzerine sürülmüş dogrudan renkler, bozuk perspektif gelenleri şaşırtmıştır.
Sergide bulunan ünlü eleştirmen Louis Vauxcelles bu gruba le fauves (vahşi hayvanlar) olarak hitap etmiştir. Akım adını buradan alır. Fovizm'de görsellik ön plandadır.
Expressionism’in bir çeşidi olarak da görülebilir.
“How do you see these trees? They are yellow. So, put in yellow; this shadow, rather blue, paint it with pure ultramarine; these red leaves? Put in vermilion.” Sözü bu akımın renk kullanım tekniğini açıklayan güzel bir örnektir.

Henri Matisse  (31 Aralık 1869 – 3 Kasım 1954)

20. yüzyılın en önemli ressamlarından. Renkleri büyük bir ustalıkla kullanışıyla Picasso veKandinsky ile birlikte, modern sanatın en büyük sanatçılarından biri kabul edilir.
1900 - 1904 yılları arasındaki dönemde, Cezanne’ın Mattisse üzerinde kesin bir etkisi vardır. Matisse, bu sırada sergilere de katılmaktaydı; 1903’de Salon d’Automne’a (Sonbahar Salonu) resim verdikten sonra 1904 yılında Vollard’ın galerisinde ilk kişisel sergisini gerçekleştirdi. Cezanne, Van Gogh, Picasso ve modern sanatın öncüsü sayılan daha birçok sanatçıya henüz tanınmadan sahip çıkan Vollard’ın galerisinde sergi açmak, en azından kısıtlı fakat öncü bir sanat ortamının ilgisini uyandırmış olmalıdır.
Matisse 1905 yılı yazını Derain ve bir süre Vlamick’le birlikte Akdeniz kıyısında bir balıkçı kasabası olan Collioure’da geçirdi. Akdeniz, hayatı boyunca Matisse için sanatına güç veren bir çekim merkezi oldu. Derain, Vlaminck ve Marquet ile birlikte, 1905 Paris Sonbahar Salonu sergisine katıldı. Bu sanatçı grubunun birbirine paralellik gösteren çalışmaları, şiddetli bir halk tepkisinin oluşmasına neden oldu ve eleştirmen Louis Vauxcelles bir yazısında onları pervasız renk seçimleri nedeniyleFauves (Vahşiler) olarak niteledi. Bu tanımı kabul ederek kendilerine Fovist diyen sanatçılar, resimlerinde rengi temel unsur olarak kullanıyor ve saf rengin ifade gücünden yararlanmayı amaçlıyordu. Eleştirilerin hedefinde Matisse ve özellikle de onun Şapkalı Kadın adlı resmi yer aldı. Halkın ve tutucu sanat çevrelerinin tepkisini çeken bu resim, dönemin avangart sanatına ilgi duyan Stein’lar (Michael) tarafından satın alındı.
Matisse’in en sabırlı modeli olan karısı Bayan Matisse, onun bir diğer erken dönem başyapıtına da konu oldu. 1905 yılında tamamlanan Bayan Matisse:Yeşil Çizgi saf, yalın renkli düzlemlerle kurgulanmış kompozisyonuyla, sanatçının üslup eğilimini ortaya koymaktadır. Bu resimden kısa bir süre sonra Yaşama Sevinci adlı büyük boyutlu yağlıboya çalışmayı gerçekleştirdi. Bu resimde, belirgin kontürlerle sınırlanmış nesne ve figürler, saf renklerle tanımlanmıştır. Matisse’in sanatının ana izleği, resimleri aracılığıyla yaşama sevincini yansıtmaktır ve bu doğrultuda renk, ışık ve resmin konusundan yararlanmayı amaçlar. Yaşama Sevinci, 1906 yılında Salon des Indépentants’da sergilendi ve yine tepkileri üzerine çekti. Paul Signac bile onun yanlış yönde ilerlediği görüşündedir. Buna karşılık Leo Stein, resmi modern zamanların baş yapıtı olarak nitelendirerek satın aldı.
Matisse sadece çinilere değil, doğu halılarına da ilgi duymuştur. Doğu halılarındaki dekoratif unsurlar, saf renkler, soyut biçimler ve düzeyler önem taşımaktaydı. Matisse’in resimlerindeki iki boyutluluk ve dekoratif unsurların artan önemi Gauguin’in 19. yüzyıl sonunda ortaya koyduğu tavrın bir devamı niteliğindeydi
1911 ve 1912 kış aylarını Fas’da geçiren Matisse, bu coğrafyanın ve iklimin etkisiyle daha canlı ve ışıklı renkler kullanmaya başladı. Ancak 1914 yılında I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi sanatında yepyeni bir evreyi gündeme getirdi. Resimlerinde biçimler giderek soyutlaşırken renkler koyulaşmaya ve siyah gölgeler artmaya başladı. 1914 tarihli Notre-Dame Görünümü ve Collioure’da Fransız Penceresi bu dönemin başyapıtları olarak gösterilir.
Matisse hayatının son dönemlerinde kesilmiş renkli kâğıtlarla gerçekleştirdiği çalışmalara yoğunlaştı. İlerleyen yaşı ve onu neredeyse yatağa bağlayan hastalıklar eserlerini bu farklı teknikte uygulamasına neden olmuş olabilir. 1952 tarihli Mavi Nü bu eserlerden en tanınmış olanıdır.

Phalanx Akımı-Wassily Kandinskiy

Wassily Kandinskiy, teorileri ve uygulamaları ile 20. YY’da önemli bir rol oynayan bir kuramcı ve ressamdı. Wassily Kandinskiy Moskava’da 1866 doğdu, 1886 ‘da  Moskova Üniversitesi’nde hukuk ve ekonomi okumaya başladı. Üç yıl sonra Vologda’ya düzenlenen etnografik bir geziye katılan Wassily Kandinskiy, Bunun üzerine  Rus Halk Sanatı konulu bir makale yazdı. Bu deneyimin Kandinsky’yi ne kadar etkilediği, Colorful Life  , Song of Volga , Couple Riding adlı ilk dönem resimlerinde rahatlıkla anlaşılabilir. Ardından Wassily Kandinskiy,1896 yılında hukuk alanında ki kariyerini bitirip ressam olmaya karar verdi. Almancası iyi olduğu için Münih’e taşındı.
1900 ve 1908 seneleri arasında sergiler düzenledi. Münih’te sanat ortamına girdi ve Wassily Kandinskiy’in sergilerde ismi görünmeye başladı. Ardından Phalanx sanatçılar grubunu kurdu.
Her yönden yetenekli olan Wassily Kandinskiy, öncelerinde öğrencisi olduğu Phalanx’ın öğretmeni oldu. Bu dönemlerde Gabriele Münterile tanıştı. Gabriele Münter, o dönemde devlet okullarına kadınların alınmadığı için erkek ve kadınlara eşit davranılan Phalanx okuluna katılmıştı. Kandinskiy ile bu sayede Phalanx'da tanıştı ve onun öğrencisi oldu. Bu birliktelik zamanla aşka döndü.
1904’te Wassily Kandinskiy ile Gabriele Münter 4 yıl süren olan Venedik, Tunus, Hollanda, Fransa ve Rusya gezilerine başladı. Bu gezilerde Wassily Kandinskiy ile Gabriele Münter sanat yaklaşımları konusunda araştırmalar yaptı.
Wassily Kandinskiy 1909’da ünlü emprovizasyonlarına başladı. 1911'de Wassily Kandinskiy ile Gabriele MünterMünih'deki sanatçılar derneğini ile bağlantılarını keserek Der Blaue Reiter akımını oluşturdu. Kısa sürede bu grup Wassily Kandinskiy önderliğinde Matisse, Picasso, Delauney ve Klee gibi zamanın önemli yaratıcılarını etrafında topladı.
Wassily Kandinskiy 1912’de Sanatta Zihinsellik Üzerine adlı kitabını yayınladı. Wassily Kandinskiy için sanat, manevi değerlerin betimlenmesi idi.  sanat dalı dışsal yapısı itibariyle birbirinden ayrılsa da buluştukları ortak nokta, insan ruhunu arıtıp, harekete geçirebilecek iç amaç için çaba vermeleridir.
1914'de savaş başladığında Wassily Kandinskiy  Rusya'ya geri döndü ve ardından Nina Andrevskaya ile hayatını birleştiedi. Gabriele Münter Münih'de kalmayı tercih etti.
1920’de Wassily Kandinskiy;süprematizm, Vladimir Tatlin’in (1885-1953) ‘Malzemelerin Kültürü’, konstrüktivizm ve kendi teorilerini içeren pedagojik bir program hazırlamak için Sanatsal Kültür Enstitüsü adlı kurum tarafından görevlendirildi.
1921’de Wassily Kandinskiy,Rusya Estetik Akademisi’nde aktif olarak görev aldı. Bir sene sonra Almanya’ya gitti ve Nazilerin 1933 yılında kapatacağı Bauhaus Okulu’nda eğitmen olarak görev yaptı.
1924’te Feininger,Jawlensky ve Klee ile birlikte Blaue Vier’i kurdular. 1933'de Hitler kapatana kadar Bauhaus'da hocalığa devam etti.
1933'de Paris'e yerleşti. 1939'da Fransız vatandaşlığına geçti. Fransa'da pek çok önemli eser yaptı. Kandinskiy 1944'de Paris'de haya gözlerini yumdu.

Expressionism akımı (Dışavurumculuk) Akımı

Yirminci yüzyılın başlarında ortaya çıkan expressionism akımının, Türkçe karşılığı olan dışavurumculuk, duygu ve düşüncelerin hiçbir etki ve tesir altında kalmaksızın dışa vurulması olarak tanımlanabilir.
Dışavurumculuk, hayatta var olan çirkinlikleri, güzelmiş gibi gösteren sanat anlayışının, insanları kandırmak olduğunu savunur ve bu durumu kesinlikle reddeder. Dışavurumculuk, hayatta bulunan gerçeklerin sadece güzel yanlarının olmadığını, çirkin taraflarının da var olduğunu ve anlatılması gerekliliğini savunur. Hayatın tozpembe olarak anlatılmasına karşıdır. Dışavurumculuk, seçtiği yöntemlerin temeli bakımından romantizm akımına benzer, ancak aslında bu akımdan oldukça farklıdır. Bu akımda, dış dünyada var olan gerçeklerin, iç dünyanın süzgecinden geçirilerek aktarılması temel amaçtır. Doğal olanı doğal ve olağan olarak anlatılmalıdır anlayışı, 1900’ lü yıllarda ortaya çıkan ekonomik kriz ve paralelinde gelişen savaşlar doğrultusunda, insanlara gösterilmek istenen gerçek dışı dünyaya karşı çıkmış bir akımdır. En başta Freud’ un karşı çıktığı bu akımı, müzikte G. Mahler, Schönberg gibi besteciler müziğe aktarmışlardır.
Dışavurumculuk müziğinde, a tonal yapı, gerginliğin ve hüznün ne zaman geleceği gibi durumların kestirilememesi, önem arz etmektedir. Dışavurumculukta, belirli kurallara bağlı kalarak anlatılmak istenenin yumuşatarak verilme çabası yoktur. Aksine anlatılanın gerçekliği için, bu kurallardan uzak durularak, iç dünyanın gerçekliği anlatılmak istenmektedir.
Resim sanatında da şiddetin, gerçekliğin ve gerilimin temelinde de, dışavurumculuk akımı bulunmaktadır. Soyut resimlerin yoğunlukta kullanıldığı bu akımda, iç dünyanın, gerçekliğini anlatma ihtiyacı, renklerle sağlanmaktadır.
Temeli insani değerlere dayalı olan akım, ruhbilimciler, yazarlar, felsefeciler, ressamlar, besteciler gibi aydınların, dünyadaki doğruları anlatma biçimi olarak sığındıkları yöntemdir.

Jugendstil (Genç Üslup) Akımı

Almanya’da Art Nouveau, popüler dergi Jugend’den (1896-1914) alınan isimle Jugendstill (Genç Üslup) diye adlandırılıyordu. İngiliz Sanatlar ve Zanaatlar tasarımlarından türetilen bir çiçeksi temsili üslup olan ve Belçikalı Henry Van de Velde’nin etkisiyle 1900’den sonra geliştirilen daha soyut çizgideki Jugendstil’de iki ayrı eğilim vardı. Bu hareket, Jugend Pan (1895-1900) 1896 da kurulan Simplicissmus ve 1897’de kurulan Dekorative Kunst ile Deutsche Kunst and Dekoration gibi hem güzel sanatları hem de uygulamalı sanatları takip eden çeşitli yeni yayınlarca benimsenip popülerleştirilmişti. Bunu zengin sanayicilerle aristokrasinin desteği izledi ve bu sayede Jugendstil, grafik sanatlardan mimarlığa ve uygulamalı sanatlara yayıldı.
Çiçeksi üslup genel olarak duygusal ve natüralistti, doğal formlara ve halk temalarına dayanıyordu. Bunun ilk örneklerinden birisi, Münih’te yaşayan heykeltıraş Hermann Obrist’in (1836-1927) işlemeli goblenidir. Onun duvara asılan ve hareketli, kıvrılarak akan bir çiçeği resmeden Cyclaymen’i (1892-1894), bir eleştirmene “bir kamçı şaklamasının doğurduğu ani şiddetli kavisler’i hatırlatmıştı. Çiçeksi üslubun başka bir savunucusu, pek çok Art Nouveau uygulamacısı gibi, ressam olmak üzere eğitim almış olup Eckmann’dı. Eckmann, Pan ve Jugend gibi etkili yayınlar için kendi imzasını taşıyan kaligrafi üslubuyla çeşitli illüstrasyonlar çizmekteydi.
Hepsi orada yaşayan Obrist, Eckmann, Auguste Endell (1871-1925), Richard Riemerschmid (1868- 1957), Bernhard Pankok (1872-1943) ve Bruna Paul’le (1874-1968) birlikte yüzyılın başında Jugendstil’in esas merkezi Münih’ti.
Jugendstil, endüstriyel tasarıma ve uygulamalı sanatlara ilginin artışı ile uluslar arası piyasada rekabet edebilmek için Alman ürünlerini geliştirme arzusunu birleştirmişti. Yüksek tasarım standartlarında ve amaca uygunluk ve düzgün yapı anlayışlarında İngiliz Sanatlar ve Zanaatlar hareketini örnek alıyorlardı. Alman tasarımcılar toplu üretimi reddetmeseler de, geliştirilmekte olan yeni teknolojilere uygun tasarımların peşindeydiler. Bu da İngiliz muadillerinden daha az süslemeli, ürünleri daha çok insana ulaştıran basitleştirilmiş, işlevsel tasarımlar ortaya çıkmasını sağlıyordu. Bu fikirleri benimseyen Vereinigte Werkstatten für Kunst und Handwerk (Birleşik Sanat ve Elişleri Atölyeleri) Münih’te 1897 ‘de kurulmuştu. Kurucu üyeler Obrist, Endell, Riemerschmid, Pankok, Paul ve Peter Bahrens (1869-1940) gibi tasarımcılar tasarımlarını üretenlerle yakın işbirliği halinde çalışmakla birlikte, İngiltere’deki uygulamada olduğu gibi tasarımları fiilen kendileri üretmiyorlardı.
Aynı yıl Van de Velde’ nin çeşitli iç tasarımları Dresden Uygulamalı Sanatlar Sergisi’nde yer aldı. Velde’nin mobilya tasarımına özgün, kıvrımlı yaklaşımı büyük hayranlık toplamış ve Alman sanat eleştirmeni Pan’ın kurucusu olan ve ondan büro mobilyaları sipariş eden Julius Meier-Graefe’nin de desteğini kazanmıştı. Van de Velde’nın Almanya’daki popülaritesi arttıkça aldığı siparişler de çoğalacaktı: ayrıca Berlin’e yerleştikten sonra ülkenin her tarafında konferanslara çağrılır oldu. 
O sıralarda çiçeksi üslubun daha soyut, geometrik bir tarza dönüşmesi Endell, Obrist ve Behrens’in çalışmalarıyla gerçekleşiyordu. Endell’in Münih’teki bir fotoğraf stüdyosu olan Atelier Elvira (1897-1898) ıçin yaptığı tasarımlar, daha sonra Naziler’ce “dejenere sanat”ın ürünleri sayılıp yok edildi.
Art Nouveau eserlerinin çoğunda görülen kamçıvari çizgilerle bitki ve hayvan motifleri soyutlaşmış ve sonuçta neredeyse gerçeküstü bir niteliğe bürünmüştü. Behrens’in 1898 tarihli posteri The Kiss benzer bir doğrultudaydı: onun kıvrak ve akıcı öğeleri basitleştirilerek organik, süslü, modernist bır üslup yaratılmasına katkıda bulunuyordu.
Yeni yüzyıla girilirken Münih grubu dağıldı ve sanatçılar Berlin, Weimar ve Darmstadt’a gittiler. Ülkenin her tarafında, bilhassa Riemerschmid’in makine yapımı bir mobilya çizgisi geliştirdiği Dresden’de ve I897’de, kurucusu Aleksander Koch’un zanaatkarlığa ve sanatların birleştirilmesine geri dönüş çağrısı yaptığı Deutsche Kunst und Dekoration’un kurulduğu Darmstadt’ta çeşitli atölyeler açıldı.

Secession Akımı

Avrupa dillerinde ‘ayrılma’ anlamına gelen secession sözcüğünden uyarlanan “Secessionstil” veya “Wiener Secession” ını Avusturya’da, Viyana Yaratıcı Sanatçılar Birliği Künstlerhaus’dan yönetimi protesto için ayrılan genç üyeler kurmuştur. Sorun, teknik olarak yabancı sanatçıların Künstlerhaus sergilerinde yer almalarına izin verilmemesi gibi gözükse de, asıl neden geleneksel tutumla, Fransa, İngiltere ve Almanya’dan gelen yeni düşünceler arasındaki çatışmadan kaynaklanmıştır. Bu başkaldırıyı yöneten ve Secession’a ilk başkan olan sanatçı ressam Gustav Klimt’tir. Kurucu üyeler ise mimar J.J. Olbrich (1867–1908), Josef Hoffmann (1870–1956) ve Koloman Moser (1868–1918)’dir. Tıpkı Glasgow Okulu gibi, Secessionstil’i de Art Nouveau’nun Fransa ve Almanya’da gelişen çiçek motifli üslubuna karşı çıkmıştır. Batıdaki Art Nouveau hareketiyle olan tek bağlantısı İngiltere’dekinden de güçlü bir başkaldırı niteliği taşımasıdır. Secession binasının alınlığına yazılı olan, “Die Zeit Ihre Kunst, Die Kunst Ihre Freiheit” (çağın sanatı yapılmalı, sanatın özgürlüğü olmalıdır) sözü, Viyana’daki sanatsal devrimin parolası olmuştur. Bu hareketin diğer ülkelerdeki tutumlardan bir farkı da ciddiyetidir, çünkü Secession sanatçıları planlı olarak, tam amlamıyla devrimci bir yaşam biçimi geliştirmekte kararlıydılar. İnsanın gündelik yaşamında karşılaştığı her nesne, tam anlamıyla Secession’un ideal anlayışına göre tasarlanmalıydı.
Viyana Secession sergilerinin afişlerinden grubun, sembolist resim anlayışının illustratif alegorik stilinden, Fransız kökenli çiçek motifli stile, oradan da olgun Viyana Secession stiline ulaşan hızlı gelişimini saptamak mümkündür. Çiçekli Fransız stilini reddedince, Viyana Secession sanatçıları iki boyutlu biçimlerle çalışarak daha büyük bir sadeliğe yönelmişlerdir. Geliştirdikleri tasarım dili kareler dikdörtgenler ve dairelerin tekrarı veya bileşiminden meydana gelirken, kullandıkları geometri mekanik ve katı olmayıp organik bir nitelik göstermiştir. Bu gruptan Julius Klinger (1876–1950), Alfred Roller (1864–1935), Berthold Löffler (1874–1960) ve Koloman Moser grafik tasarıma katkılarda bulunan sanatçılardır. Yeniçağa geçerken yayın hayatına başlayan degiler arasında en güzel olanı şüpesiz ki, Viyana Secession’un hazırladığı “Ver Sacrum” (Kutsal İlkbahar) adlı zarif üsluplu dergidir. 1898’den 1903’e kadar süren yayın hayatı boyunca derginin yönetim kadrosu ve sanat sorumluluğu sanatçılardan oluşan bir rotasyon komitesiyle sürekli değişmiştir. Ver Sacrum Moser ve meslektaşları için bir dergiden çok, yeni grafik tasarımların denendiği bir tasarım laboratuarı olmuştur. 28x28,5 cm gibi değişik bir kare formata sahip olan dergide, metin, illüstrasyon ve bordürler canlı bir bütünlük içerisinde tasarlanırken, sayfa düzenlenmesindeki benzersiz beyaz alan kullanımı, dergiye ayrı bir nitelik kazandırmıştır. Renkli resimler, özgün gravür ve litografiler her sayıda ek olarak verilmiş, tasarım estetiği büyük önem taşıdığı için, reklâm verecek kuruluşların dergi ilanı tasarımlarını, çıkacak olan sayıdaki tasarımcı kadroyla çözmeleri istenerek, her sayıda görsel tasarım birliği sağlanmıştır. Ver Sacrum’un sayfalarını süsleyen üstün nitelikli çizgisel ve geometrik tasarımlar, Secession stili geliştikçe, önemli birer tasarım kaynağı olmuştur.
1903’te W. Morris’in uygulamalarını sürdürmeyi amaçlayan ve Secession stilinin bir uzantısı olan “Wiener Werkstatte” (Viyana Çalışma Atölyeleri) kurulmuştur. Önceleri bu atölyeler Moser ve Hoffmann’ın tasarımlarını üretmeyi planlamışken, zamanla gelişerek daha birçok kişiyi bünyesine toplamıştır. Amacı, kötü tasarımlarla hazırlanmış olan seri imalat ürünlerine ve yozlaşmış tarihselciliğe bir alternatif getirmektedir. İşleve önem vermek, malzemeye sadık kalmak ve dengeli bir oranlama, ilkeleriyle çalışan “Wiener Werkstatte”, 1932’de mali zorluklar yüzünden kapanana dek, üretime devam etmiştir.

Sezession terimi 19. yüzyıl sonunda sanat akademileri geleneği ile alman ve avusturyalı sanatçılar tarafından kullanıldı.
bu akımda bulunanlar genellikle doğalcı ve izlenimci resim yaptılar. daha sonra dışavurumculuk'a karşı tepkiler gerçekleşti. ve kendi sanatsal fikirlerini berlin, viyana ve munich gibi yerlerde oluşturdular.
bu gruptaki ressamların yapıtlarının ayırt edici özelliği rengin incelikle çoğu kez güçlü kullanımıyla iki boyutlu süslemeci bir uslupla birleşmeleriydi.yapıtlar mutlak bir duygusal hal ve tavırların anlamlaştırılmasını içerek izleyiciyi, sofistike bir okumaya davet eder.
gustav klimt ,egon schiele bu dönemin en ünlü ressamlarıdır. ve gustav klimt'e ait olan dünyanın en pahalı tablosuda bu dönemden çıkmıştır.

Art Nouveau Akımı

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında ortaya çıkan ve tüm Avrupa'da süsleme üsluplarını etkileyen sanat akımı. 

Yılankavi çizgiler, ince işlenmiş motifler ve sarılgan bitki motifleri, bu süsleme üslubunun temel özelliğini oluşturuyordu. Art Nouveau akımının, William Morris ve izleyicilerinin geliştirdikleri el sanatları akımının bir uzantısı olarak İngiltere'de başladığı söylenebilirse de, esas gelişimi Fransa'da ve Avrupa'nın diğer yerlerinde gerçekleşti. 

"Art Nouveau" adı ilk kez, 1895'te Paris'te açtığı galeriye "L'Art Nouveau" adını veren Samuel Bing tarafından kullanıldı. Bu ad giderek söz konusu üslubun evrensel adı olduysa da, kullanılan yılankavi biçimlerden ötürü "şehriye üslubu" ya da egzotizm yanlılığı yüzünden "dekadan üslup" gibi adlar da aldı. Art Nouveau, temel olarak, temaların ve motiflerin daha önceki dönemlerde yaratıcılıktan uzak kullanımına bir tepki olarak ortaya çıktı ve biçimle işlevin organik sentezini amaçladı; sanatı çağdaş yaşamla yeniden birleştirmenin ve çağdaş insanın gündelik gereksinimlerini karşılayacak güzel nesneler yaratmanın yollarını denedi. Bu amaç, belki de en yetkin biçimde mimarîde gerçekleşti. Diğer sanatlarda ise, biçimi gözden kaçırma ve tuhaf dekoratif ögeleri abartma eğilimi gösterdi. 

Art Nouveau'nun en önemli temsilcileri arasında Katalonyalı mimar Antonio Gaudi ve Belçikalı mimarlar Victor Horta, Henri van de Velde ve J. Hoffman sayılabilir. Yine de, akım, gerçek ifadesini grafik sanatlarda buldu. Afişler, ilüstrasyonlar, taş ve tahta baskılar, akımın kıvrımlı ve bakışımsız biçimlerine daha iyi uyarlanabildi. Grafik sanatlar dalında bu akımın temsilcilerinden en önemlileri Aubrey Beardsley, Edvard Munch ve Jan Toorup'tur. Uygulamalı sanatlarda ise, Gallé ve Tiffany'nin cam çalışmaları, Mackintosh ve Gaillard'ın mobilyaları, Lalique ve Charpentier'nin mücevherleri dikkati çekti. Art Nouveau, 1960'ların sonlarında ve 1970'lerin başlarında, "pop" kültürün bir parçası olarak yeniden canlandı.

Les Nabis Akımı


  • Fransa’da ortaya çıkan post empresyonist ve illüstratörler grubu tarafından ortaya çıkmıştır
  • Bugünkü grafik sanat üzerinde çok kuvvetli etkileri olmuştur
  • Art nouveau ile parallellik taşıyan bir biçimi vardır ve sembolizmi çıkış noktası olarak alırlar
  • Paul Sérusier  tarafindan kurulmustur
  • Edouard Vuillard, Félix Vallotton ve Pierre Bonnard grubun diger bir kac üyesidir.
  • Nabi İbranice’de peygamber,elçi (prophet) demektir.

    Pierre Bonnard,Paul Gauguin’in ve Japon gravürlerinin etkisinde kalmıştırTablolarının çoğu koyu renkte olmasına rağmen 1900lerden sonra açık renklere yönelmiştirİç mekan ile dış dünya arasındaki diyaloga yoğunlaştığı Jnıerieurs (Eviçi resimler) dizisini gerçekleştirdiTablolarında sık sık, arkasında bir yaz günü manzarasının göründüğü, açık bir teras kapısına bir masa üzerinden bakan bir insan görülmektedir30’lu yılların ikinci yarısında sanatçı daha ekspresif renkler kullanarak doğaya kendine özgü bir yaşam kazandırdı. Örneğin ağaçları ve bitkileri renk akorlarına göre gruplaştırdı: Der Garten (Bahçe, 1936 sıralar)


Naturalism (Naturalizm)


Görsel sanatlarda Doğalcılık, doğanın olduğu gibi betimlenmesi biçiminde ortaya çıktı. Gerçekte ilk Doğalcı yapıtları, Eski Yunanistan'da, klasik dönem sanatçılarının verdiği söylenebilir. Rönesans sanatçıları, bir bakıma bu anlayışı yeniden canlandırdılar. 17. yüzyılda yaşayan Doğalcı ressamlar doğayı, güzelliği ve çirkinliğiyle olduğu gibi yansıtmakta birleşiyorlardı. Doğalcı terimi de ilk kez bu yüzyılda kullanıldı. İngiliz manzara ressamı John Constable, 1830'larda doğanın tüm yönleriyle, olduğu gibi betimlenmesi gerektiğini savundu. Constable’ın etkisinde kalan Fransız Barbizon ressamları, yeni Avrupa Doğalcılık'ının manzara resmindeki temsilcileriydi. Bu yıllarda Jean-Baptiste Camille Corot, Alfred Sisley, Camille Pissarro ve Claude Monet de Doğalcı yapıtlar verdiler. 19. yüzyılın sonuna doğru Doğalcılık Alman ressamları üzerinde de etkisini gösterdi. ABD'de ise Doğalcılık 19. yüzyılda, Gerçekçilik’le iç içe gelişti.

Ön-Raffaeloculuk (Pre-Raphaelite) Akımı

19. yy. İngiltere'sinde ortaya çıkan, resim sanatını Rafael öncesine taşıyacaklarını savunan bir grup ressamın adıdır.
Genellikle kadınlar tablolarında gözeçarpar, dönemin tutuculuğuna karşıt olarak tanrıça modelinde kadınlar resmetmişlerdir.

Önemli isimler arasında Dante Gabriel Rossetti , Evelyn De Morgan , Edward Burne-Jones , John Everett Millais sayılabilir.

Ön-Rafaelit Kardeşlik (Pre-Raphaelite Brotherhood) 1848’de bir küme İngiliz ressamı ve düşünürü tarafından kuruldu.
Kurucular o zamanlar üçü de Royal Academy’de okuyan yirmi yaşındaki Dante Gabriel Rossetti, ondokuz yaşındaki John Everett Millais ve yirmibir yaşındaki Holman Hunt’tu.
Üçü de zamanın Victorian özdekçiliğine ve kendi okulları, o günün egemen sanat okulu Londra’daki Royal Academy’nin bayat ve katı olarak nitelendirdikleri geleneklerine karşı çıkıyordu. Etkilendikleri sanatçılar Rafael’in kendisi ve onu önceleyen geç Rönesans ressamlarıydı. Ön-Rafaelitlerin önlerine koydukları amaç bu sanatçıların yöntemlerinden yararlanarak daha da iyisine ulaşmaktı. 
Bir sanat eleştirmeni ve Dante Gabriel Rosetti’nin kardeşi olan William Michael Rosetti’nin sözleriyle, kardeşliğin ereği şöyle özetlenmiştir:

Anlatılacak gerçek (öykünme olmayan) düşüncelere sahip olmak.
Bu düşüncelerin nasıl dışa vurulacağını anlamak için doğayı dikkatle incelemek.
Daha önceki sanatta dolaysız, ciddi ve yürekten olana duygudaş olmak, ama gelenekselliği ve gösterişçiliği, ve aynı zamanda ezberle öğrenileni ise dışlamak.
Hepsinden önce baştan sona güzel resimler ve yontular yapmak.
Kümedeki sanatçılar esinlerini önceleri İncil, tarih ve şiirlerden aldılar. Ama çok geçmeden modern yaşamı ve doğal gerçekçiliği de resimlerine kattılar. Ön-Rafaelit sanat çok geçmeden antik, romantik ve törel değerlere verdiği vurguyla dikkatleri çekmeye başladı. Sanatçılar kardeşliğin kısa yaşam süresinde (10 yıldan daha az bir süre dayandı) sayısız tema ve karakterle çalışmayı başardılar. 
Ön-Rafaelit ressamların en etkileyici özelliklerinden biri tablolarındaki aydınlıktı. Bu aydınlığa ulaşmak için kendilerine özgü bir yöntemleri vardı. Resimlere başlamadan önce tuvalleri beyaz, ıslak boyayla kaplıyor, ardından beyaz boya kurumadan resimi yapmaya girişiyorlardı. Bu ıslak-üstüne-ıslak yöntemi tüm resimlerine daha önceleri pek görülmeyen bir aydınlık kazandırıyordu. Onları önceleyen ressamlar çoğunlukla tablolarına karanlık bir have vermeyi ister, ve bunun için petrolden türetilen bazik bir boya türü kullanırlardı. 
Ön-Rafaelitleri dönemin geri kalan ressamlarından ayıran bir başka nokta da gerçekçilikleriydi. Işığı özeksel özneye düşürme ve tablonun geri kalanını koyultma uygulamasını redderiyorlardı, çünkü böyle birşeyin doğada hiçbir zaman görülmüyordu. Bunun yerine dikkatli incelemelerle doğada görülen gerçek ışığı kullanmaya çalışıyorlardı. Bunun yanısıra, ayrıntıya da büyük önem veriyorlardı—ki bu, da eskilerin yalnızca en önde görülen nesneleri vurgulamak için arkada kalanları yalınlaştırma yönteminlerine ters düşüyordu. Gerçekçilik arayışları sonunda onları insan betileri çizme konusunda da yeni yollara başvurmaya götürdü. Ön-Rafaelitler zamanın usta modellerinin doğal ve içten olmayan pozlarından kaçınmak için amatör modellere başvurdular. Rosetti Erden Meryem’in Çocukluğu (The Girlhood of Mary Virgin) adlı tablosunda kız kardeşini, annesini ve hizmetçilerini kullanmıştı. 
Kardeşliğe gelen tepkiler çoğunlukla olumsuzdu. Royal Academy’nin önceden bilinebilecek eleştirileri dışında bir de Charles Dickens gibi halk tarafından yaygın olarak tanınan adlar da onlara karşı çıkıyorlardı. Dickens her ne kadar "öykünme konusundaki şaşırtıcı güçlerini" kabul etse de, gerçekçi sahnelerde dinsel kişiliklerin kullanılmasından oldukça rahatsız olmuştu. Yine de, Ön-Rafaelitler zamanın eleştirmelerinden John Ruskin ve Ford Madox Brown gibi sanatçılardan destek alarak güçlendiler. Çok geçmeden Royal Academy’nin kendi sanatçılarından bile ‘Akademik’ yöntemlerden vazgeçerek Ön-Rafaelit biçemlere kayanlar oldu. 
Amaçlarındaki içtenliklerine karşın, Kardeşliğin daha başından bağlılığı sürdürebilme gibi bir iç sorunları vardı. Kümeyi yöneten üç ressam kimlerin üyeliğe kabul edilecekleri konusunda sık sık anlaşmazlığa düşüyordu. Ayrıca her birinin kendine özgü sanatsal erekleri vardı, ki bunlar zaman zaman onları biraraya getiren ereklere ters düşüyordu. 1851 sıralarında küme yavaş yavaş dağılmaya başladı. Resimlerine halkın gösterdiği tepkiden yılan Rosetti onları sergilemekten vazgeçti ve şairliğe daha çok önem vermeye başladı. Millias ve Hunt başka yönlere döndüler. Hunt resimlerine güçlü ve açık bir törel içerik vermeye çabalarken, Millais ise resmi seyredenin duygusallığını yakalamanın daha önemli olduğunu düşünüyordu. 1853’de Ön-Rafaelit Kardeşlik dağıldığını açıkladı. 
Doğallıkla, dağılmaları onları yoketmedi. Arkalarında birbirinden güzel sayısız tablo kalmıştı ve bu tabloların ressamları henüz resim yapmayı sürdürüyordu. 1858’de Rosetti bir küme genci alıp onlara ıslak-üzerine-ıslak yöntemiyle resim yapmayı gösterdiğinde bu biçemin uygulanışında yeni bir diriliş görüldü. Bu gençler arasında geleceğin usta sanatçılarından Edward Burne ve Jones ve William Morris de vardı. 

Symbolism ( Sembolizm)

Sanattaki sembolizm 19. yüzyılda beliren, realizmi reddeden bir akımdır. Sembolizm akımlarına roman ve şiir alanlarında da rastlanır. Sanattaki sembolizm 1870 yılına doğru Fransa ve Belçika’da natüralizme ve parnasse akımına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Akım daha sonra özellikle Valéry Brioussov vasıtasıyla Rusya’ya da sıçramıştır.Sembolizm genellikle Servet-i Fünun döneminde görülür. Ayrıca Ahmet Haşim bu akımın en büyük temsilcilerindendir.


Yeni İzlenimcilik (Neo-Impressionism)

Sanat eleştirmeni Félix Fénéon tarafından 1886 yılında ortaya atılmış bir terimidir.Bu Fransız akımı Georges Seurat tarafından ortaya çıkmıştır.Seurat’ın baş yapıtı A Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jatte, bu akımın başlangıcına işaret eder.Resim kuramı renklerin bölünmesine ve optik karışıma dayandırılmıştırPointilist tekniği sıklıkla kullanılmıştır.19.yy’da renk teorisinin geliştirilmesi bu stilin gelişmesinde büyük rol oynamıştır.Charles Angrand, Georges Lemmen, Henri Edmond Cross bu akımın temsilcilerindendir.


New English Art Club

Paris' te sanat eğitimi gören genç Ingiliz sanatçıların 1886' da kurduğu sanat derneği dönemin akademizmine karşı çıkıp izlenimci bir resim anlayışını benimsedi.Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra önemini kaybetmeye başlayan klübün üyelerinden bazıları; Schert,W.Steer ve M.Fisher vardır.  

Groupe des XX (20’ler Grubu)

Groupe Des XX (20’ler Grubu) 28 Ekim 1883 tarihinde Octave Maus ve Victor Bernier akımın temellerine attılar. Her yıl sergiler düzenlenirdi ve buraya uluslararası yirmi ulusal sanatçı davet edilirdi.Kısaca toplumsal gelişim ve sanatın gelişmesi adına her yıl düzenlenen serginin düzenleyici topluluğudur.


İzlenimcilik (Impressionism) Akımı

İzlenimcilik, Fransa'da 19. yüzyılın sonunda ortaya çıkan bir resim akımıdır. İzlenimci ressamlar, yaklaşık 200 yıldır resim sanatını yönlendiren kurallara ve kısıtlamalara karşı çıktılar.[coverattach=1]

Eskiden daha çok konusunu dinden ya da tarihten alan resimler yapılıyordu. İzlenimciler çeşitli konulara el attılar. Canlı renkler kullanarak yaptıkları resimlerde taptaze duygular ve pırıl pırıl bir dünya sergilediler.

Bunlar, bir görünümü ya da bir düşüncenin yarattığı izlenimleri anlatan resimlerdi. İzlenimci ressamlar o andaki gerçekliği yakalamaya çalışıyordu. Bunda renk ve ışığın önemi büyüktü. O dönemin bilimsel bulguları, rengin nesneye ait bir şey olmadığını, ancak ondan yansıyan ışığın bir özelliği olduğunu ortaya çıkarmış, bu da renge bağımsızlık kazandırmıştı. İzlenimciler nesnelerin, doğa içindeki konumlarına, çevrelerindeki başka nesnelere, hava koşullarına ve günün değişik saatlerindeki durumlarına göre değişen görünüşlerini canlandırmaya çalıştılar. Stüdyo yerine açık havada çalışarak su, hava, insanlar, yapılar, Güneş ışığının etkisi altında nasıl görünüyorsa, öyle tuvale geçirildi. Kısa fırça darbeleriyle yapılan bu resimlerde bazen mozaiği andıran bir görünüm ortaya çıkıyordu.


İzlenimciler'in çoğu aynı konunun çeşitli koşullar altındaki durumunu işleyerek "resim dizileri" hazırladı. Sözgelimi kavak ağaçlarının ya da nilüferlerin gündoğumundan, gün-batımına kadar saatten saate değişen farklı ışık koşullarındaki durumunu, renklerin, biçimlerin ve gölgelerin sürekli değişimini tuvale geçirdiler. 

İzlenimci ressamların ilk temsilcileri olan Claude Monet, Auguste Renoir, Alfred Sisley ve Frederic Bazille ilk sergilerini 1874'te Paris'te açtılar (bak. Monet, Claude; Renoir, Pierre-Auguste). Monet'nin bu sergide yer alan İzlenim: Gün Doğumu (1872) adlı yapıtı akıma adını verdi. Monet bütünüyle açık havada çalıştığı bu yapıtında, güneşin doğuşunu, ışığın su üzerindeki yansımalarını gördüğü andaki gibi parlak renklerle tuvaline yansıtmıştı.

İzlenimcilik modern resim sanatındaki ilk büyük devrimci harekettir. İzlenimci yapıtlarıyla ün kazanan Fransız ressamlar Edouard Manet, Edgar Degas, Camille Pissarro, Paul Cezanne ve Berthe Morisot da bulunuyordu (bak. Cezanne, Paul; Degas, Edgar; Manet EDOUARD; PİSSARRO, Camille). İzlenimciler başta Paris ve çevresi olmak üzere, Manş Denizi ve Kuzey Denizi kıyılarının, Sen Irma-ğı'nın iki yakasındaki küçük köylerin resimlerini yaptılar. Bu resimlerin çoğu bugün dünyanın en değerli sanat koleksiyonları arasındadır. 

İzlenimciler birlikte sekiz resim sergisi düzenlediler. Bunlardan, 1874'te fotoğrafçı Na-dar'ın atölyesinde düzenlenen ilk sergiye 30, 1886'da düzenlenen sonuncu sergiye ise 17 sanatçı katıldı. 1880'lerin ortalarından sonra, kendi estetik anlayışları doğrultusunda, kişisel ve özgün üsluplarını geliştiren bazı ressamlar, farklı eğilimler gösterdi. Renk ve ışık konusunda yeni teknikler geliştirildi. Geç İzlenimcilik olarak adlandırılan dönemin önde gelen adı Georges Seurat, saf renklerin palette karıştırılmadan, noktalar halinde yan yana getirildiği noktacılık (pointilizm) tekniğini benimsedi. Paul Cezanne, Vincent van Gogh ve Paul Gauguin, Geç İzlenimcilik izlerini taşıyan eşsiz güzellikte yapıtlar verdiler (bak. Gauguin, Paul; Seurat, Georges; Van Gogh, Vincent). 

İzlenimcilik daha sonra müzik alanında da kendini gösterdi.

İzlenimci olarak nitelenen besteciler arasında Claude Debussy ve Maurice Ravel sayılabilir (bkz. Debussy, Claude; Ravel, Maurice)